Özel Misafir

Özel Misafir
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Merhaba Arkadaşlar!

İki gün önce, evimizin çevresinde dolaşan minik
kedileri sevdiğim bir sırada annem yanıma gelerek alışverişe gideceğimizi haber
verdi ve hemen hazırlanmamı söyledi. Bu haber karşısında biraz şaşırmıştım;
çünkü, Ayyüzlü’nün çarşı-pazarla alâkalı sözlerinden sonra, biz sadece Pazartesi
günleri zaruri ihtiyaçlar için çarşıya gidip çok kısa bir sürede eksiklerimizi
alarak geri dönmeyi adet haline getirmiştik. Her ihtiyaç için ayrı ayrı dışarı
çıkmaz; haftalık liste yapıp birkaç işi bir arada halletmeye çalışırdık. Hep en
yakın marketi tercih eder ve en kısa sürede listemizi tamamlayıp eve dönerdik.
Daha alışveriş günümüz gelmeden çarşıya çıkacak olmamız beni meraklandırmıştı:
Misafir mi gelecekti acaba?


Bir gün öncesinde de annem özenle turşu kurmuş ve reçel yapmıştı. Bu da
aklıma gelince merakım iyice arttı ve sormadan edemedim: “Anneciğim, misafir mi
gelecek, niye bugün gidiyoruz?”


“Evet oğlum, çoook çok özel bir misafirimiz gelecek. Aslında senin de haberin
vardı, ama galiba unutmuşsun. Hani eli dolu gelen ve giderken de bir düzine
tatlı hatıra ve pek çok kıymetli hediye bırakan bir misafir.” dedi annem.


Zihnimi yokladım ama öyle bir misafiri bir türlü hatırlayamadım. Bu kadar
önemli bir kişi olsa olsa Ayyüzlü olabilirdi. Bunu düşününce çok heyecanlandım.
Anneme, “Anladım kim olduğunu, ama bana hiç söylememiştiniz ki! Söyleseydiniz
Onun geleceği günü unutur muydum hiç?” dedim.


Annem gülümsedi. Benim tahminimin yanlış olduğunu anlamıştı sözlerimden. Beni
biraz daha düşündürmek için olsa gerek sözlerine şöyle devam etti: “Biliyor
musun, bu misafirimiz bizde bir ay kalacak.” Anlaşılan gelecek olan misafir
Ayyüzlü değildi. Zira, o bize gelse de o kadar uzun süre kalamazdı ki! Tahmin
etmem gitgide zorlaşıyordu, kimdi acaba bu gelen?


“Kim olduğunu söylemeyecek misin anneciğim? Çok merak ettim…” deyince,
annem yüzündeki gülümsemeyle, “Hayır, senin söylemeni bekleyeceğim. Hatta
bilirsen de bir hediye vereceğim.” dedi. Bu hoşuma gitmişti. Annemden aldığım
ipuçlarını değerlendirecek, yapılan hazırlıkları da takip ederek bir sonuca
varmaya çalışacaktım. Bir tane isim söyleme hakkım vardı. Bu yüzden çok iyi
düşünmeliydim.


Alışveriş için bu defa biraz uzaktaki bir Türk bakkalına gittik. Neredeyse
bir ay yetecek kadar yiyecek satın aldık. “Anne bu aldıklarımız bir orduya
yeter, bir kişi için çok değil mi?” dedim. Şaşkınlığıma gülen annem,
misafirimizin tek başına gelmeyeceğini, bazı günler bize başkalarını da
getireceğini söyledi. Onun vesilesiyle bazı akşamlar dost ve arkadaşlarla
biraraya gelip beraberce yemek yeyip sohbet edeceğimizi, hatta toplu namaz
kılacağımızı, dolayısıyla evimizin çok bereketleneceğini söyledi. Annem öyle bir
anlattı ki, Asr-ı Saadet’te yaşıyor olsaydık gelenin Peygamber Efendimiz
olduğunu bile zannedebilirdim.


Ne zaman geleceğini sordum. “Bir-iki gün sonra..” dedi annem. “Bize ilk defa
mı geliyor?” dediğimde, her yıl gelip bir ay kaldığı cevabını alınca çok
şaşırdım. Bize gelip giden bütün amcaları, teyzeleri tek tek saymaya çalıştım
kendi kendime ama nafile, annemin söylediği şartlarda hiçkimseyi bulamadım.


Otuz Okka Üzüm


Eve döndüğümüzde annem aldıklarımızı yerleştirdi, sonra da yufka açmak için
komşu teyzeden oklava istedi. Yan komşumuza gittiğimde onların da bir hazırlık
içinde olduğunu gördüm. Sanki misafir sadece bize değil bütün tanıdıklarımıza
birden geliyor gibiydi. Çırpınışlarımı gören anneciğim bana bir bilmece
soracağını ve bilmecenin cevabında bunca hazırlığın sebebinin de gizli olduğunu
söyledi:


“Senede verir otuz okka üzüm, siyahını yersen helaldir, beyazını yersen
haramdır.”


Sanırım siz benden önce buldunuz gelen misafirimizin adını; nasıl daha önce
anlayamadım bilmiyorum: Ramazan… Aslında bir sürü şey biliyordum Ramazan
hakkında. Fakat nedense annemin tariflerinden hep bir insan ismi çıkarmaya
çalıştım ve başka ihtimaller hiç aklıma gelmedi.


Tabii Türkiye’de olmayınca ayları birbirine karıştırmıştım. Evvelki
senelerde, Din Kültürü Öğretmenimiz en az iki hafta öncesinden bizi Ramazan’a
hazırlar, orucun faydalarından bahsederdi. Bizim camide de her yere Ramazanla
ilgili yazılar asılırdı. Büyükler karşılaştıkları her çocuğa, o sene kaç gün
oruç tutacağını sorar ve hatta bazı oruçların sevabını onlardan satın almaya
çalışırlardı; bana bile bir günlük orucumun sevabına karşılık bir okul çantası
teklif eden olmuştu. Bir seferinde az kalsın satıyordum orucumu bizim
mahalledeki bakkal amcaya, ama orucun mükafatının çok özel olduğunu, bu yüzden
de sadece Allah tarafından tayin edilebileceğini öğrenince, zararına olan bu
satıştan vazgeçmiştim.


Aslında, Muharrem, Recep, Şaban, Şevval… gibi başka aylar da var kameri
takvim denilen dini takvimde, ama sadece Ramazan ayının çok özel bir misafir
olduğunu söylüyor çevremdeki herkes. Bu ayı diğerlerinden bu kadar farklı kılan
ne diye sordum anneme. O da elinde oklava, un içinde benim sorularıma tek tek
cevap verdi.


Bereketli Günler


“Talibim, bildiğin gibi Kuran-ı Kerim’in ayetleri ilk kez bu ayda inmeye
başlamıştı. Bununla birlikte mü’minler, Cennet’e girmeleri ve ebedi saadete nail
olabilmeleri için ihtiyaçları olan kıvama bu ayda yaptıkları toplu ibadetlerle
yaklaşıyorlar. Teravihler başta olmak üzere cemaat halinde namaz kılıyorlar;
ailece gece uykularını bölüp sırf Allah’ın rızası için sahura kalkıyor,
teheccüdlerini kılıyor ve bütün mü’minler için dua ediyorlar; Peygamber
Efendimiz’le Hazreti Cebrail’in özellikle Ramazan ayında Kuran-ı Kerim’i
karşılıklı okuyup dinlemelerini örnek alarak “Mukabele”lere gidip bir ayda en az
bir kere Kur’an’ı hatmediyorlar. Oruç tutarken fakirlerin, açların halini daha
iyi anladıkları için muhtaçlara daha çok yardımda, ikramda bulunuyor; durumları
iyi ise sadakalarını, zekatlarını vermek için daha çok sevap kazanabilmek
ümidiyle sürpriz mükafatların geleceği bu rahmet ayını bekliyorlar.”


“Peki niye bu ay?”


“Mü’minlerin sevdiklerinde de, uzak durduklarında da ölçüleri Kur’an-ı Kerim
ve Peygamber Efendimiz’dir. Cenab-ı Allah, bu ayı nazara vermiş; Rasûl-ü Ekrem
Efendimiz de Ramazan günlerini diğer zamanlardan farklı değerlendirmiştir.
İnsanlığın İftihar Tablosu, Allah’ın yarattıkları içerisinde en çok ibadet edeni
ve en cömerti olmasına rağmen, özellikle bu ayda ibadetlerini, yardımlarını çok
çok arttırırmış. Hadis-i şeriflerde, Ramazan’la gelen berekete tam inanan, ihlas
ve samimiyetle oruç tutup bu mübarek ayı ibadet ü taatle değerlendiren ve
sevabını da yalnızca Allah’tan bekleyen mü’minlerin geçmişte işledikleri
günahlarının dahi affedileceğini ve Cennet’in kapılarının açılıp Cehennem’in
kapılarının kapanacağını müjdelemiştir.


Ramazan öyle bir imkan ayıdır ki, bu zamanda sırf Allah’ın rızası için aç ve
susuz kalan mü’minler için Allah şeytanları zincire vurur. İsminin manası da bu
ayın önemini vurgular gibi; ‘Yaz sonunda, güz mevsiminin başında yağıp yeryüzünü
tozdan temizleyen yağmur’un adıymış Ramazan.. bu isim, güz yağmurlarıyla her
tarafın yıkanması gibi insanların da bu mübarek günlerdeki duaları ve
tevbeleriyle günahlarından yıkanıp temizlenmesini ima etmektedir.”


“Anneciğim, okulda Din Kültürü Öğretmenimiz orucun sevabını meleklerin bile
yazamayacağını ve oruçlunun asıl mükafatını Allah’ın özel olarak vereceğini
söylemişti; neden başka ibadetler değil de oruç?”


“Oruç İslam’ın en önemli alametlerindendir. Bir kutsi hadiste Allahu Teâlâ
“Oruç tutan kulum, yemesini-içmesini Benim için terk ediyor” buyuruyor. İnsan
başka zamanlarda iş, okul, yol, ders, vazife, gezi, eğlence derken bu meşgaleler
içerisinde gaflete düşer, kendisine gelen nimetleri göremez ve bazen de o
nimetleri asıl gönderen Rabbini unutuverir. Ama Ramazan’da sabahtan akşama da
olsa bir süreliğine aç kalan insan, iftar sofrasındaki bir lokma ekmeğin, bir
yudum suyun kıymetini daha iyi anlar ve onları gönderen Rabb-i Rahim’ine karşı
minnet duygularıyla dolar. Kendisinin ne kadar aciz olduğunu hisseder. Şükür
duygusuyla oruç tutar. İnsan namazda başkalarının görmesini, duymasını düşünerek
yapmacık tavırlara girebilir. Zekat verirken “Ne cömert adammış” desinler gibi
bir düşünce taşıyabilir. Fakat, oruçta diğer ibadetlerdeki kadar riya olmaz.
İnsan orucun kıymetine tam inanmıyorsa gizli bir yerde orucunu bozabilir. Şayet,
bir insan yalnız başınayken bile orucunu bozmuyorsa, demek ki o, sadece Allah’ın
rızası için oruç tutuyor. Dolayısıyla Allah o kulun niyetini bilir ve onu
niyetindeki derinliğe göre ödüllendirir.”


Gerçek Oruç Nasıl Olmalı?


Annem sözlerine kısa bir ara verdikten sonra “Peki ben sana bir soru sorayım.
Oruç tutmak nedir?” dedi. Cevabını bildiğim bir soruyu duyunca, hemen
atıldım,


“Bunu kim bilmez ki anne? Sabah imsak vaktinden akşam ezanına kadar hiçbir
şey yememek ve içmemektir.”


“Güzel ama cevabın biraz eksik gibi.. geçen gün Ayyüzlü’nün oruçla ilgili
sorulan soruya verdiği cevabı duymadın galiba?”


Birkaç gün önce bir amca, Ayyüzlü’nün sohbetini dinleyebilmek için iki
saatliğine oğlunu parkta oynatıp oynatamayacığımı sormuştu. Çok uzaklardan bir
günlüğüne geldikleri için hem kendisinin hem de eşinin o günkü sohbeti
kaçırmasını istemiyordu. Ben de bir fedakârlık yapma düşüncesiyle minik Ahmet’e
bakmayı kabul etmiştim. Anlaşılan çok şey kaçırmıştım, merakla Ayyüzlü’nün
cevabının ne olduğunu sordum anneme, o da aldığı notları aktardı:


“Orucu sadece aç durma ve susuz kalma şeklinde anlamamalıyız. Aynı zamanda
gözümüze, kulağımıza, ağzımıza da oruç tutturmalıyız. Oruca başlarken yememeye,
içmemeye niyet ettiğimiz gibi orucun ruhuna dokunacak ve onun özünü
çatlatabilecek şeylere karşı kapanmaya da niyet etmeliyiz. Bu hususta ümmetini
ikaz eden Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Nice oruç tutan
vardır ki tuttuğu oruçtan onun yanına kalan sadece açlık ve susuzluktur.”
buyurmuştur.


Oruç bir yandan kötüye ve kötülüklere kapanmak olduğu gibi, diğer yandan da
iyiye ve iyiliklere açık durmak demektir. Sadece ağzı, gözü ve kulağı boş
şeylere karşı kapama değil, aynı zamanda onları doluya açma.. kötülüklerden
kaçarken güzel şeylerin peşinde olma ve güzellikleri görmeye çalışma.. ve
böylece Ramazan’ın her gününü dolu dolu yaşama.. işte oruç tutma bu
demektir.


Ramazan, bizim için bir fırsat ve bir kazanma mevsimidir. Nazıl ki, siz bir
ticaret yapsanız, belli mevsimleri ve belli mekanları kollarsınız; bazı
zamanlarda bazı pazarlara koşarsınız. Aynen öyle de, Ramazan’da, bir yönüyle,
Cenab-ı Hakk’ın lütuf, ihsan ve kerem güneşi doğar ve “Yağmadır, alan alsın!”
çağrısı yapılır. O çağrıya koşan herkes mutlaka bazı şeyler bulur, alır ve
kazanır.”


Cennet Sofralarında İftar İçin…


Annem Ayyüzlü’nün sözlerini naklederken bir yandan da yufka açıyordu.
Cümlesini tamamlayınca, “Mektûbat” adlı kitabı getirmemi istedi. O, sofranın
kenarındaki ıslak bezle ellerini silerken ben de hemen koşup istediği kitabı
getirdim. Çok okunmaktan yıpranmış sayfalardan birisini açtı ve bir yeri
göstererek sesli okumam için işaret etti. O sayfada şunlar yazılıydı:


“Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?”


Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”


Allah Teâlâ nefse azap etmiş; onu Cehenneme atmış, sonra yine sormuş. O
demiş:


“Ene ene, ente ente. (Ben benim, Sen sensin)”


Cenâb-ı Allah, nefsi ne ile cezalandırırsa cezalandırsın o bir türlü
enâniyetten vazgeçmemiş.


Sonra, Allah açlıkla azap vermiş; yani nefsi aç bırakmış. Açlıktan kıvranan
nefse yine sormuş: “Men ene? Ve mâ ente? (Ben kimim, sen nesin?)”


Bu defa nefis demiş: “Ente Rabbiye’r-Rahîm, Ve ene abdüke’l-âciz.” Yani, “Sen
benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.”


Bu ibretli hadiseyi okuyunca orucun nefis terbiyesi için çok önemli bir yol
olduğunu daha iyi anlamıştım. Ramazanla ve oruçla alâkalı sorularım henüz
bitmemişti ama annem elindeki son yufkayı da açınca artık sofranın başından
kalkma anı geldiğini farketmiştim. Onu daha fazla meşgul etmemek için oradan
ayrılsam da kırmızı kitap hâlâ elimdeydi ve bu konuyla alâkalı sayfaları ileri
geri çevirip duruyordum.  Belki oradaki her şeyi anlayamayabilirdim; fakat,
anlamakta zorluk çektiğim hususları da inşaallah akşam yemeğinden sonra babama
sormaya karar vermiştim.


Annemle yaptığımız konuşma sonrasında çok heyecanlanmış, evimize gelecek bu
kutlu misafiri daha büyük bir özlemle beklemeye koyulmuştum. Gerçi, burada ne
cami, ne ezan, ne o coşkulu teravih namazları, ne top sesi, ne de önünden
geçerken iştahımızın kabaracağı pide kokulu fırınlar var. Şimdi onların hepsi
gözümde nasıl tütüyor bir bilseniz! Fakat, güzel insanların arasında olmak bir
ölçüde bütün hasretlere merhem oluyor…


Bir de oruç emrine uyarak burada biraz aç ve susuz kalan, kulluğuna dikkat
eden insanların ötede, asıl iftar vaktinde Rahmân’ın kevser-misal sözlerine
muhatap olacaklarını düşünmek insanın gönlüne su serpiyor. İnşaallah biz de,
“Kullarım, ben çok defa sizi renginiz kaçmış, benziniz sararmış-solmuş,
gözleriniz içine çökmüş ve avurtlarınız çukurlaşmış olarak görüyordum. Buna
benim için katlanıyordunuz. O geçmiş günlerde takdim ettiklerinize bedel haydi
bugün afiyetle yiyin, için.” iltifatına mazhar olarak Cennet sofralarında iftar
eden kullardan oluruz.


Hayırlı ve bereketli bir Ramazan geçirebilmemiz duası ve kabul olacağına
inandığım dualarınızda bu arkadaşınızı da yâd etmeniz recâsıyla…


Arkadaşınız Talip Rıza 🙂