Evimizin Önündeki Nehir

Evimizin Önündeki Nehir
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Geçen kar tatilinde komşumuz Recep’lere Ankara’dan misafir geldi. Onlarda beş gün kalıp, şehrimizi gezdiler. Tatil günlerinde, sabah erkenden üstümüzü çok kalın giyinip sokağa çıkıyorduk. Recep’in aynı yaştaki misafir arkadaşı Cem de bizimle beraber oynuyordu. Eve bir tek karnımızı doyurmak gibi ihtiyaçlarımız için girip tekrar sokağa dönüyorduk.


Bizim sokağın hemen aşağısında kocaman bir cami var, upuzun da iki tane minaresi var; oraya çıksam, sanki minarenin ucundan gökyüzüne dokunabilecekmişim gibi geliyor bana. Sokakta kar topu oynadığımız ikinci gün, kendimizi oyuna öyle bir kaptırmıştık ki karnımızın acıktığını bile farkedememiştik. Tam öğle namazı vaktinde minareden ezan sesi yükselince ben oynamayı bırakıp ezanı dinlemek istedim. Recep benim ezan dinlemeyi ne kadar çok sevdiğimi bildiği için hiç garipsememişti, ama Cem bir anlam veremedi ve niye durduğumu sordu, ben de;


“Dedem bir gün ‘Elinizdekilerin kıymetini bilmezseniz, onları kaybedebilirsiniz; bu yüzden elinizden alınmadan kıymetini iyi bilin!’ demişti. Ben de başka ülkelerde ezanın dinlenemediğini ve insanların ezan sesine çok hasret kaldıklarını öğrenince, ezanın kıymetini bilmezsek belki biz de dinleyemeyiz diye korktum. O gün bu gündür ezan okununca ezanı dinler ve Allah’a dua ederim” dedim. Anlattıklarım Cem’e çok ilginç gelmiş olacak ki, şaşkınlıkla beni dinledi ve;


“Ezan okunmasa ne çıkar ki? Bence o kadar önemli değil, hem de çok ses yapıyor. Zaten ben insanların niye ibadet ettiklerini de anlayamıyorum. Mesela, orucun sağlığa faydası olduğunu duymuştum, ama namazın ne yararı var? Günde beş defa işini, oyununu bırakıp insan niye namaz kılsın ki?” dedi. Ben de dilim döndüğünce ibadet hakkında ne biliyorsam anlatmaya çalıştım. Fakat namazla ilgili sorularına cevap veremedim. Kendime o kadar çok kızdım ki! “Allah bizim ibadetimize muhtaç mı?” diye sorunca sadece;


“Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her şeyi O yarattı. Onun her şeye gücü yeter. O bizim için emretti ibadet etmeyi, ibadetlerin çok faydası vardır.” diyebildim. Neredeyse ağlayacaktım, kendimi zor tuttum. Allah’ı çok sevdiğimi söylüyordum ama sorularına bir türlü cevap veremiyordum. Daha sonra karnım acıktı bahanesiyle eve kaçtım.


Eve girdiğimde canım o kadar sıkkındı ki, daha girer girmez annem “Ne oldu yavrum?” diye sordu. Önce anlatmak istemedim. Sonunda kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Cem’le aramızda geçenleri anlattım. Annem her zamanki mütebessim ve iç ferahlatan çehresiyle bana bakıp, üzülmememi, bundan sonra daha fazla kitap okumamı söyledi.


Benim arkadaşlarım hiç böyle şeyler söylemezlerdi. Ama Cem biraz farklı bir çocuktu. Okullarında Din kültürü hocası yokmuş, Din Kültürü dersine sınıf öğretmenleri geliyormuş. Fakat ne sınıf öğretmenleri ne de annesi Cem’in sorularına cevap veremiyorlarmış. Bir kere bir filmde böyle sorular sorulduğunu duymuş, ondan sonra da hep merak etmiş cevaplarını. Ben okuldaki Din Kültürü hocamızdan öğrenebilirdim belki ama Cem’ler o zamana kadar giderler diye endişe ediyordum. Bütün soruların cevabını o gitmeden öğrenmeliydim. Bir ümitle, hepsini anneme sordum, annem de;


“Oğlum, akşam baban gelince çay saatimizde bunları uzun uzun konuşalım, olur mu? Üst kattaki Süheyla Teyzen hastalanmış onun için yemek hazırlayıp hemen götürmem lazım, iş yaparken tam anlatamayabilirim, aceleye getirmeden akşam ayrıntılı bir şekilde konuşalım.” dedi mütebessim bir edayla ve yanağıma bir öpücük kondurdu. Biraz rahatlamıştım. En azından akşam konuşup her şeyi öğrenebilecektim.


Akşam çay saatini iple çektim. Annem, babama o gün olanları anlatmış. Ben sormadan babam elini omzuma koyup konuya girdi;


“Gel bakalım oğlum! Annen bugün başından geçenleri bana anlattı. İstersen önce, ibadete kimin ihtiyacı olduğu sorusundan başlayalım. Şimdi sen söyle bakalım; sana bir öğretmenin her gün hediye alsa, başını okşasa, sıkıntılarını giderse.. ama her gün, hatta günde birkaç defa, ne yaparsın?” Hemen cevap verdim;


“Çok mutlu olurum, gider teşekkür ederim, ben de ona bazı sürprizler yapmak isterim.” Babam duymak istediğini bulmuş gibi;


“Peki, öğretmeninin senin hediyene, teşekkürüne ihtiyacı var mıdır? Sen ondan istemediğin ve hatta bazen yaramazlıklar yaptığın halde sana bir çok ikramlarda bulunuyorsa, senden bir çıkarı olduğu için midir?” Ben kafamı hayır manasında salladım, babamsa sözlerine devam etti;


“Öğretmeninin senin teşekkürün ve hediyene ihtiyaç duymadığı halde ona niye teşekkür edersin?”


“Bana o kadar iyilik yapan birisine karşılık olarak birşey yapma lüzumunu hissederim. Yapamazsam çok üzülürüm.”


“Çok güzel, aslında soruna kendin cevap verdin. Ailemiz, sağlığımız, nefesimiz gibi birçok güzelliği bize kim veriyor? Yediğimiz yemekleri, onların değişik organlarımızla öğütülüp vücudumuz için gereken gıda olmasını ve bize lazım olan her şeyin çevremizde bulunmasını kim sağlıyor? Allah, öyle değil mi?” Ben “evet” dercesine kafamı sallayınca babam sözlerine şöyle devam etti;


“Bir çobanın hikayesini okumuştum ortaokuldayken. Çobana küçüklüğünden beri hiçbir şey öğretmemişler, okuma yazmayı öğrenememiş; kainatı Allah’ın yarattığından bile haberi yokmuş; sadece koyunlarını otlatıp kaval çalarmış. Çoban kırlarda dolaşırken, ağaçları, meyveleri kimin yaptığını merak etmiş, yıllarca düşüne düşüne en sonunda çok yüce bir Zât’ın onları yarattığını aklıyla bulmuş ama insanlarla pek görüşmediği için kimseye o Zât’la ilgili bir şey soramıyormuş. En sonunda ona o kadar güzel meyveleri, ağaçları, çiçekleri gönderen Zât’a teşekkür etmek istemiş ama nasıl yapacağını bilemiyormuş. İçindeki teşekkür etme duygusu o kadar büyümüş ki, kendini tutamamış, yere yatmış, kalkmış, mutluluktan olduğu yerde dönmüş, yuvarlanmış, secdeye kapanır gibi hareketler yapmış. Yine kendince teşekkür ettiği birgün din adamları çobanın bulunduğu yerden geçiyorlarmış ve onu öyle görünce ne yaptığını sormuşlar; çoban bütün meyveleri, güzellikleri verene teşekkür ettiğini söyleyince, onlar da ‘Bütün kainatı yaratan Allah bize teşekkür etmenin yollarını öğretmiş, onların en kapsamlısı da namazdır. Biz de sana namazı nasıl kılacağını anlatalım.’ dedikten sonra çobana namazı ve başka bazı ibadetleri öğretmişler.


Bunlardan da anlaşılacağı gibi, ibadetlere bizim ihtiyacımız vardır, Allahın değil. Belki şöyle bir örnek konuyu daha iyi açıklayabilir; güneş insanlara ışık ve ısı verirken insanlardan bunun karşılığında ne bekler? Dünya insanları sırtında gezdirirken onlardan bir yardım ister mi?”


Annem o sırada elinde bir kitapla gelip orada çok ilgisini çektiğini söylediği bir yeri bize okumak istedi;


“Bir doktor lütuf ve merhametiyle fakir kimseleri ücretsiz tedavi etse, ilaçlarını verse, ‘Bu doktorun ne çıkarı var da fakirleri bedavaya muayene edip ilaçlarını veriyor?’ denilmez. Ancak teşekkür edilir, zira doktorun fakirlerden ne beklentisi olabilir ki? İşte Allahu Teâlâ da bu kainatı lütfuyla bize hizmetkâr yaptığı gibi, ibadeti de yine lütfuyla emrediyor ki insanlar huzurlu yaşasın. Tıpkı bir makinayı icad eden kişinin makinanın bozulmaması için nasıl kullanılacağını bir kullanım kılavuzunda yazması gibi…”


Allah’ın bize ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadığını anlamıştım ama daha öğrenmem gereken çok şey vardı;


“Namazın Allah’a teşekkür etme biçimlerinden biri olduğunu anladım; fakat, başka bir faydası yok mu baba?”


“Daha önce insanın sadece vücuttan ibaret olmadığından, akıl, ruh, kalb gibi yapılarının da varlığından bahsetmiştik hatırlarsan. İşte vücudumuz için su neyse, ruhumuz için de namaz odur. Su içen insanın ferahlaması gibi namaz da ruhumuzu ferahlatır. İnsana huzur verir. Namaz her şeyden önce insanın Allah’la irtibatını sağlar. İnsan sadece yemek, içmek, uyumak, eğlenmek, çalışmak için yaratılmamış. İnsanın Rabbini tanıma ve O’na kulluk edip emirlerinden dışarı çıkmama gibi vazifeleri var. Ama başka işlere dalınca asıl vazifesini unutan insan, namazla günde beş defa Allahla irtibatını tazeler. Her namazında ‘Rabbim verdiğin bütün nimetler için sana hamdederim, birgün bu dünyada yaptığımız her şey için Sana hesap vereceğiz, Senden yardım istiyoruz Allahım, bu dünyada yapmamız gereken işlerimizde bize yardım et ve en sonunda da Senin güzel nimetler verdiğin kimselerle beraber eyle bizi!’ diyerek Allah’a dua eder. Bu, insana müthiş derecede huzur verir.” Babam çayından bir yudum daha alırken annem sözü devraldı;


“Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde ‘Beş vakit namaz, herhangi birinizin evinin önünden akan ve günde beş defa yıkandığı suyu bol bir nehre benzer. Allah, beş vakit namaz sayesinde günahları temizler.’ buyuruyor. Demek ki namazın faydalarından biri de insanı günahlarından temizlemekmiş. Bir de her gün Allah’ın huzuruna gelip O’ndan yardım isteyen bir kul kolay kolay günah işleyemez. Namaz böylece insanın geçmiş günahlarını temizlemekle kalmıyor, onun yeni bir günah işlemesine de engel oluyor. Tabii bunun için namazı çok sevmek ve onu en güzel şekilde kılmak için hassasiyet de gereklidir. Namazdaki her bir hareketin ayrı ayrı özellikleri, manaları vardır. Her birini hakkıyla yerine getirmek gereklidir. Peygamber Efendimiz ‘Her namazınızı veda namazı gibi kılın’ buyuruyor. Hani bize ömrün çok az kaldı, bu son namazın deseler o namazı özene bezene kılarız ya, işte her namazımızın öyle olması gerekiyor.”


Aklıma okuduğum bir şey gelmişti, onu sorma ihtiyacı hissettim;


“Baba insan ölünce ilk sorulacak şey namazlarıymış doğru mu?”


“Evet, çok doğru oğlum, çok güzel bir soru sordun. Namaz bir mü’mini bir kafirden ayıran en önemli özellik olarak anlatılıyor dinimizde. Peygamber Efendimiz ahirette müminleri abdest alırken suyu değdirdikleri yerin parlaklığından ve namazda alınlarında oluşan secde izlerinden tanıyacak ve onlara özel muamelede bulunacaktır. Namaz, müminin en güzel özelliğidir ve onun önemini bir insana öldüğünde sorulacak sorularla alakalı olan şu hadis-i şeriften de anlayabiliriz; ‘İlk defa sorulacak şey namazdır, namazınız tastamam ise kurtulursunuz.’ Namaz müminin miracıdır; yani ona, Allah’a yükselten asansör de denilebilir. Yüz katlı bir apartmanın en üst katına çıkmak için merdivenleri mi kullanırsın, yoksa asansörü mü?”


“Asansör varken o kadar kat yürüyerek çıkılır mı baba?”


Annem namazla ilgili başka bir konudan daha bahsetmak istediğini söyleyerek;


“Kainattaki bütün varlıklardan çok daha özel olarak yaratılmış insanoğlunun namazı sadece kendisiyle de alakalı değildir. Hani başbakan bir okula ziyarete gelse, ona bir çiçek verilir, o çiçeği de bütün öğrenciler adına okulun en çalışkan öğrencisi verir ya, insan da bu kainatın en çalışkan talebesi gibidir. Allah’a ibadet ederken, bütün bitkilerin, hayvanların ibadetlerini de Allah’a sunar.”


“Baba, namazı çok seviyorum ama bazen oyunumu bırakıp namaz kılmakta zorlanıyorum. Günde beş defa, hem de ömrümün sonuna kadar yapacağımı düşününce hepten zor geliyor.”


“Oğlum senin içinden geçen o sözleri Şeytan sana söylettiriyor. Bir insan eğer her gün aynı şeyi yapmaktan bıkacak olsa en önce yemekten, içmekten, uyumaktan bıkardı. Şeytan insanın namazla çıktığı mertebeleri bildiği için ona namazı zor gösterip, insanı namazdan uzaklaştırmaya çalışıyor. Allah bize namaz kılmayı emretmiş ve sonunda da ebedi bir Cennet vereceğini söylemiş. Ben sana karnende güzel notlar olursa bir hediye vadediyorum, sen de kırılıp yok olabilecek ya da hemen bozulabilecek o hediye için bir sürü çalışıyorsun. Cennet gibi hiç eksilmeyecek, bitmeyecek ve nimetlerine zarar gelmeyecek bir hediye için, 24 saat olan bir günün sadece bir saatini Allah’a vermeye ve O’nun emrettiği şeyi yapmaya değmez mi? Hem bazen insanın sıkıntılı zamanlarında ve isteksizce kıldığı namaz daha makbul olabilir Allah katında. İnsan mutluyken ve içinden geliyorken birçok şeyi rahatlıkla yapabilir, ama sıkıntısına ve isteksizliğine rağmen sadece Allah için ibadet ederse, bundan dolayı daha çok sevap kazanabilir.”


Annem birşey daha ekleyerek konuşmamızı tamamladı;


“Yalnız unutmamamız gereken bir şey daha var ki, bir müslüman ibadetleri kendisine faydası olduğu için değil, sadece ve sadece Allah emrettiği için yapar. Bununla beraber, yaptığı ibadetlerden bir kısım faydalar görüyorsa onlar da Allah’ın ayrı bir lütfudur. Fakat bir mü’min, Allah’ın emirlerini sorgulamadan kabul etmesiyle ve Allah’a teslimiyetiyle diğer insanlardan ayrılır.”


Sevgili anneciğim ve kıymetli babacığımdan dinlediğim bu çok güzel bilgilerden sonra artık bu konuyla ilgili aklıma takılan soru kalmamıştı. Zaten saat de epey geç olmuş ve uykum gelmişti. Yine güzel şeyler öğrenerek tamamladığımız bir gün daha bize nasip ettiği için Allah’a hamdederek odama gitmek istiyordum ama “Küçük yaşta ibadet etmeye ne gerek var?” diyenler için seçtiğim bir hikayeyi de sizinle paylaşmadan uyuyamayacağımı biliyordum. Sizi Allah’a emanet ediyor ve namazlarımın hakkını verebilmem için dualarınızı bekliyorum.


İşte hikayem:


Çok çalışkan bir öğrenciydi. Derslerine çok güzel çalışır, arkadaşlarıyla hiç kavga etmez, kimseyi kırmamak için özen gösterirdi. Okuldan eve geldikten sonra gücü yettiği kadar annesine yardım ederdi. Futbol oynamayı da pek severdi. Bunlarla beraber namaza karşı büyük ilgisi, sevgisi, hassasiyeti vardı. Hangi şartlarda olursa olsun, ezan okunduğunu duyunca, yaptığı işi bırakır hemen camiye koşar, abdest alır, namazını kılardı.


Yine arkadaşlarıyla futbol oynadıkları bir gün, ezan sesini duyar duymaz arkadaşlarından müsaade isteyip camiye gidecekti ki içlerinden biri; “Seni hep camiye giderken görüyorum. Biz daha çok genç değil miyiz? Bizim oynayıp, eğlenmemiz gerekmez mi? Bizim köyde herkes namaza yaşlanınca başlar.” dedi.


Arkadaşından bu sözleri hiç beklemiyordu; üzüntüsünü ele veren bir ses tonuyla, “Sen gençken ölenleri duymadın mı? Ne zamana kadar yaşayacağını nereden biliyorsun? Allah bize namaz kılmamızı emretmiş. Ya namazlarımızı kılamadan hesap vermek üzere öbür dünyaya gidersek?” diye cevap verdi.


Arkadaşı hiç umursamadan dalga geçmeye devam etti; “Geç bunları, gençken ölen kimi gördün? Sen git kıl namazını, ben yaşlanınca kılacağım.” Arkadaşının bu sözlerine üzülen genç yine nezaketini bozmadan müsaade isteyip camiye gitti.


Aradan birkaç hafta geçmişti ki, mahallelerinde bir kalabalık gördü genç. Beraber futbol oynadığı, “Ben yaşlanınca namaz kılacağım!” diyen arkadaşı bir tabutun içinde musalla taşına doğru götürülüyordu. Ne yazık ki camiye kendi ayaklarıyla girmeyi planladığı zamana kadar yaşayamamıştı, bütün borçlarıyla hesap vermeye gidiyordu…