Ev Alma Komşu Al

Ev Alma Komşu Al
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Ömer çalışma odasından öfkeyle ve ağlayarak, televizyon seyreden anne-babasının yanına geldi. Anne ve babası, derslerine iyi hazırlansın diye mümkün olduğu kadar Ömer’i rahatsız etmemeye çalışıyorlardı. Hele imtihanların yaklaştığı şu günlerde Ömer’in buna oldukça ihtiyacı vardı.


Annesi oğlunun ağladığını görünce: “Evladım ne oldu?” dedi.
Ömer sadece “Yeni komşumuz…” diyebildi. Hıçkırıklara boğulmuştu, ağlamaktan konuşamıyordu.


Babası araya girdi:


“Oğlum neden ağlıyorsun”


Ömer; “Yeni komşumuz televizyonun sesini sonuna kadar açmış, penceresi de açık. Okuduklarımdan hiçbir şey anlayamıyorum. Ondan, ya penceresini kapatmasını veya televizyonun sesini biraz kısmasını rica ettim. Bana hiçbir cevap vermedi; çok umursamaz davrandı. Bu sefer ben kendi penceremi kapatıp gürültüye mani olmaya çalıştım. Ama bu defa da oda sıcaktan bunaltıcı bir hal aldı. Pencereyi tekrar açtığımda ise, televizyonun gürültüsü aynen devam ediyordu. Bir kere daha ona ders çalışmam gerektiğini anlatmaya çalıştıysam da beni dinlemedi. Kendi evinde yaptıklarına kimsenin karışamayacağını söyledi.”


Ömer’in annesi, oğlunun üzüntüsünü hafifletmek için şefkatle:


“Yavrum, üzülme… Senin için başka bir oda hazırlarız, rahatça derslerini bitirirsin. Haydi hemen kitaplarını getir, vakit kaybetme.”
Ömer’in babası da konuşmaya katıldı:


“Yeni komşumuz, hiç de anlayışlı davranmıyor. Herhalde konuşmak bir fayda sağlamayacak. Ama onu bu huyundan vazgeçirmek için bir çare düşünmeliyiz…”
Bir sonraki akşam… Ömer, çalışma masasının başında derslerine çalışıyordu. Bu akşam yeni komşularından hiçbir ses duyulmuyordu, halbuki komşunun penceresi dün olduğu gibi yine açıktı.


Ömer derslerini bitirdi. Oldukça yorulmuştu, tatlı bir uyku adeta bütün vücudunda dolaşıyordu. Yatağına uzanmaya karar verdi… Yalnız dün gürültüsünden rahatsız olduğu komşuya ne olmuştu? Penceresi açık olduğu halde neden hiç ses duyulmuyordu? Yatmadan önce kafasına takılan bu soruları, salonda oturan anne-babasına sormayı düşündü.
Babası Ömer’i görünce, gülerek;


“Oğlum, bu gece nasılsın? Ödevlerini bitirmiş gibisin.” dedi.


Ömer: “Evet baba! Derslerimi bitirdim. Yalnız aklıma takıldı da, komşumuza ne oldu? Onu polise mi şikayet ettin?”


Baba: “Aslında tam bir şikayet sayılmaz; aksine komşumuza onu incitmeden bir ders vermeyi daha uygun buldum!”


Ömer babasının yanına oturdu, biraz önce uykudan gözleri kapanırken, şimdi merakla babasını dinliyordu.


-Baba nasıl bir ders verdin, bana anlatır mısın?


-Polis müdürü, yeni komşumuzu, halkın huzurunu bozmaktan dolayı polis merkezine getirtmişti. Ben de polis memurundan komşumuzla konuşabilmek için bir ricada bulundum, o da kabul etti. Sonra komşumuza şunları söyledim:
“Sizinle tartışmadan size sadece iki kısa hikaye anlatacağım: birisi Sevgili Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem) in döneminde geçiyor.”
Ben böyle söyleyince, komşumuz saygıyla başını eğdi ve kendisine çeki düzen verdi.
Sonra ben devam ettim: “Peygamberimiz döneminde müslüman bir kadın vardı. Etrafındaki insanlara kaba davranıyordu. Ağır sözler söylüyordu. Bu haliyle komşularını rahatsız ediyordu.


Bir gün bu kadın yine bir komşusuna ağır sözler söylemiş, onu incitmiş, kendisine yapılan uyarılara da kulak asmamıştı. Komşusu bu durumu Peygamberimiz’e anlatmaktan başka bir çare bulamamıştı. Bu sırada, orada bu kadının yakın akrabalarından birisi de bulunuyordu. Meseleyi duyunca:
-Ey Allahın Rasulü, bu kadın gündüzlerini oruç gecelerini de namazla geçiren, ibadete çok düşkün birisidir dedi.


Allah Rasulü: “Onun yaptığı cehennemlik bir davranıştır.” buyurdular.
Sonra: “O kadın, oruç da tutsa, namaz da kılsa, komşularına verdiği zarardan dolayı tam manasıyla imanı anlamış değildir. Şu haliyle çok kötü bir durumdadır.” dedi.
Allah Rasulü’nün etrafında bulunan yakın arkadaşları, bu sözler karşısında çok korktular.


“Bu ağır ceza nedendir, ey Allahın Rasulü?” dediler.
Sevgili Peygamberimiz şöyle dedi:


“Baksanıza, bu insan, başkalarına, komşularına zarar veriyor, onların huzurunu kaçırıyor, aile hayatlarını onlara zehir ediyor. Halbuki inanan insan komşularının, kendisinden memnun oldukları ve kendilerine zarar vermeyeceğinden emin oldukları kimsedir.”


Ömer’in babası devam etti: Sonra ikinci hikayemi de ona anlattım. Bu hikaye büyük alim İmam Azam Ebu Hanife ile alakalı idi.


“Bağdatta, büyük alim Ebu Hanife’nin, ayakkabı tamircisi bir komşusu vardı. Bu adam, çok içki içiyordu. Bütün gece sarhoş olana kadar içerdi, sonra kendini kaybeder, ne söylediğini ve ne yaptığı bilemez hale gelirdi. Bir ayakkabı tamircisi iken, sarhoş olunca kendisini, savaş meydanlarının bileği bükülmez büyük savaşçısı zanneder; “Hey! Hey! bu savaş meydanlarının kahramanı benim, bana iyi bakın.” diye bağırır dururdu. Çünkü içki bütün düşünce dengesini bozardı. Sabahlara kadar bu sözleri avazı çıktığı kadar bağırır dururdu. Tabii ki bu durum, bütün mahalle halkının rahatını kaçırır, uykularını dağıtır, gecelerini zehir ederdi.


Bu durumdan en çok rahatsız olan da ayakkabı tamircisinin en yakın komşusu büyük alim İmam Azam idi. O, gecenin bu sessiz saatlerini ilim öğrenmek ve bilgi edinmek gibi faydalı şeylerle geçirirdi. Ama ne var ki, yakın komşusu onu oldukça çok rahatsız etmekteydi.


Bir gün bu duruma daha fazla katlanamayan komşular, içki düşkünü ayakkabıcıyı bu huyundan vazgeçmesi için hapse attırmışlardı.


O gece İmam Azam, ayakkabıcı komşusundan ses seda işitmeyince sebebini sordu. Hapse atıldığını söylediler. O hemen şehrin valisine koştu; komşusunun affedilmesi rica etti. Vali, Ebu Hanife’ye büyük saygı duyardı. Onun hatırına ayakkabıcıyı, yanına getirtti. Yaptıklarından pişman olması, içkiyi bırakıp, bir daha komşularına zarar vermemesi şartı ile, bu suçunun affedilebileceğini söyledi. Ayakkabıcı hem komşusu Ebu Hanife’den hem de validen çok utanmış elleri önünde başını eğmiş susuyordu.
Sonra Ebu Hanife ile beraber, oradan ayrıldılar. Yolda Ebu Hanife: “Kendini özlettin delikanlı? deyince ayakkabı ustası gözyaşları ile büyük alimin ellerine sarılıp kendisini affetmesini istedi.


O günden sonra çok temiz, pırıl pırıl bir insan haline gelen mahallenin bu genç ayakkabıcısı bir daha komşularını hiç rahatsız etmedi.”


Ömer’in babası sözlerine şöyle devam etti. “Bu iki hikayeyi anlattıktan sonra yeni komşumuza döndüm ve şöyle dedim.


“Polis müdüründen rica edeyim de seni bıraksın; genç ayakkabıcı gibi halini düzeltmeyi mi istersin yoksa hakkında verilecek cezanın uygulanmasını mı tercih edersin?”


Bunun üzerine adam, hatasını anladı; polis müdürüne bir daha komşularını rahatsız etmeyeceğine dair kesin bir söz verdi.”


Ömer, babası sözünü bitirince kendinin tutamayarak haykırdı; “Mükemmel! Babacığım, sana polis müdürüne ve değerli komşumuza çok teşekkürler!”
Evet, Allah Rasulü (sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardı:


“Cebrail (aleyhisselâm) bana, komşunun hakkını gözetmek konusunda öylesine çok tenbihte bulundu ki, komşuyu vârislerden sayacak zannettim.”


Vâris: Bir kişi vefat ettikten sonra geride kalan mallarını, eşi çocukları ve diğer yakınları alırlar. İşte bu kişilerden her birisi ölen bu adamın en yakınları oldukları için onun vârisleri olurlar.


Hadis-i Şeriften anlaşılıyor ki Cebrail (aleyhisselam) komşu hakkının önemini anlatmak için komşuyu, kişinin birinci dereceden akrabaları gibi değerlendirmiştir