Açe’deki kardeşim açken nasıl yatayım?

Açe’deki kardeşim açken nasıl yatayım?
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Okulların bir hafta önceden kapanması en çok biz öğrencilerin işine yaradı. Çok fazla ödevimiz de yok. Bundan iyi tatil mi olur? En son işlediğimiz Din dersinde öğretmenimiz bizim bayramımızı kutlarken gerçek bir bayram yaşamak için insanın vicdanının da rahat olması gerektiğini söyledi. Bunun için de çevremizi araştırmamızı, bayramı ağlayarak geçirecek birileri varsa onlara yardım ederek biraz olsun onları güldürmemizi bize ödev olarak verdi. Tatil dönüşü yaptıklarımızı sınıfta anlatacağız ve öğretmenimiz de bütün yardım edenlere isim isim bir hafta özel dua edecek. Başkalarını sevindirmek zaten sevap, bir de öğretmenimizin duasını kazanacağız.

Okulların açılmasına daha iki hafta var ama ben nedense ödevlerimi bitirmeden rahat edemiyorum. Karne aldığımız akşam anneme komşularımızdan ihtiyaç sahibi, sıkıntılı birilerinin olup olmadığını sordum. Tam o esnada televizyonda akşam haberlerinde Güney Asya’daki kardeşlerimizi, annesiz babasız kalan çocukları gördüm. Hemen öğretmenimizin söyledikleri geldi aklıma. Babama onlara nasıl yardım edebileceğimizi sordum, o da “Biz üzerimize düşen görevi yerine getirmeye çalıştık, yardım fonuna bir miktar para yatırdık oğlum, için rahat etsin.” dedi. Babamla annem yardım etmişler, ama onların yaptığı şeyler beni sorumluluktan kurtarır mı?! O gece erkenden yatağıma yattım. Zihnimde bir çözüm yolu ararken uyuyuvermişim.

Bizim evin önünde çok güzel bir ağaç ve o ağacın altında da bir bank var. Orada oturup kitap okumayı çok seviyorum. Ertesi gün kahvaltıdan sonra annemden izin alıp yanımda bir kitapla yine oraya gittim. Hikaye kitabının arka kapağında yardım etmenin güzellikleriyle ilgili sözler vardı. Belki ödevime de faydası olur düşüncesiyle o kitabı seçmiştim. Kitapta Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin cömertliğinden, kendisinden birisi birşey istediğinde onu muhakkak bulup o kişiye vermeye çalıştığından, gerekirse söz verip borçlandığından bahsediyordu; “Evet Nebîler Sultanı ancak bir Peygamberde olabilecek kadar cömertti ve bu cömertliğini Allah’ı insanlara anlatmakta kullanırdı.“

Bütün bunları okuyunca; “Fakat ben evsiz-barksızlara nasıl yardım edebilirim? Kumbaramda azıcık param var. Bayram harçlıklarımı da verebilirim ama onlara yetmez ki! Benim vereceğim birkaç lirayla mı gülecekler?” diye içimdem geçirdim. Tabii böyle düşünmemin onlara hiçbir faydası olmadığını biliyordum. Oradaki kardeşlerimiz aç susuzken kendimi hiçbir şeyini vermek istemeyen ve bunun için bahaneler uyduran cimri kimseler gibi hissediyordum ama bir çıkış yolu da bulamıyordum.

“Heey, duymuyor musun? Sana söylüyorum Talip! Karadeniz’de gemilerin mi battı? Kara kara ne düşünüyorsun böyle?” Öyle dalmışım ki Recep’in yanıma geldiğini bile görmemişim. Onu farkedince “Tsunami felaketinde anne-babasını kaybeden kardeşlerimiz için ne yapabiliriz diye düşünüyordum. Senin paran var mı?” dedim. Bir an Recep’in durumunun da benimkinden farklı olmadığını düşündüm ama okuduklarım hâlâ aklımı kurcalıyordu;

“Yaa Recep baksana ne yazıyor! Hz. Aişe kendi kıyafeti yamalı olduğu halde insanlara sadaka verirmiş.”

“Aişe kim Talip, kimden bahsediyorsun?”

“Sen de amma cahilsin be Recep! Peygamberimizin hanımı, biz müslümanların annesi…”

“Biz ondan daha zenginiz desene!”

“Yahu, Hz. Aişe o kadar sıkıntıda olmasına rağmen başklarına yardım edebiliyorsa biz niye edemeyelim ki?” O sırada aklıma sıkıntımızı çözebilecek bir fikir geldi. Benim param tek başına az ama arkadaşlarımınkiyle birleşirse çok olabilir… Hem bir sürü de oyuncağım var, gerekirse onlardan bazılarını satıp parasını ihtiyacı olanlara verebilirim… Fikrimi hemen Recep’le paylaştım. Biz böyle konuşurken mahallemizin çikolatacı dedesi arkamızdan bizi dinliyormuş.

“Aferin çocuklar, çok önemli bir yaranın tedavisi için kararlar alıyorsunuz.” dedi Mehmet Dede.

Oyuncakları satma fikrini pek beğenmeyen Recep, yine de vicdanını rahatlatmak için yardım etmeye karar verdi. “Evde sevmediğim bazı oyuncaklarım var, ben de onları satabilirim.” Recep’in böyle söylemesine üzülen Mehmet Dede söze karıştı ve;

“Akıllı Recep’im! Bir iyilik yapmak istiyorsun ama bir şeyde eksiklik var. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de bize “Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça gerçek iyiliğe ulaşamazsınız.” buyuruyor. Bize her şeyi lutfeden Allah’tan başımız sıkıştığında yardım istiyorsak, öncelikle bizim başkalarına yardım etmeyi bilmemiz lazım, öyle değil mi?”

“Galiba haklısın Mehmet Dede, ben de sevdiğim oyuncaklardan satacağım. Ama mahalledeki bütün arkadaşlarla biraraya gelip bütün oyuncaklarımızı satsak, ondan elde ettiğimiz paraları ve bayram harçlıklarımızı birleştirsek gerçekten Güney Asyadakilerin işine yarar mı? Hem bu kadarcık yardım Allah’ın bizi sevmesi için yeter mi?”

Mehmet Dede yüzünde sıcak bir tebessümle Recep’in başını okşayarak şöyle dedi;

“Güzel yürekli Recep’im! Peygamber Efendimiz bir hadisinde “Az sadaka çok belayı defeder” buyurur. Yapılan yardımın, verilen sadakanın miktarından ziyade iyi niyetlerle ve imkanlar çerçevesinde yapılması önemlidir. Hazineleri sonsuz Allah, senin içten gelerek yaptığın azıcık yardımı öyle bir bereketlendirir ki, hayalinde bile göremeyeceğin kadar işe yarar.”

O’nun bu sözleri benim aklımda da bazı soru işaretleri uyandırdı;

“Mehmet Dede, Allah bu kadar zengin, hazinelerin asıl sahibi, isterse herkesi zengin yapabilir. Peki niye yapmıyor? Öğretmenimiz Allah’ın çok merhametli olduğunu söylüyor…”

“Şeytan çoğu insanı böyle şüphelerle yoldan çıkarmaya çalışır. Öğretmenin çok doğru söylemiş Talip. Fakat bu dünya imtihan dünyası. Allah kimisine biraz fazla mal verir ve o malı diğer kardeşleriyle paylaşıp paylaşmayacağına bakar. Eğer o kimse şükreden ve ihtiyaç sahipleriyle malını paylaşan, cömert birisiyse imtihanı kazanır. Cenab-ı Hak kimilerine de az mal verir ve sabredip etmeyeceğine bakar. Eğer o kişi sabreder, şikayet etmezse, o da imtihanı kazanır ve birçok mükafatı haketmiş olur. Hem biz bu dünyaya gelmek için kime ne verdik de neyin hesabını soruyoruz? Allah lutfetti ve bize bu hediyeleri verdi. Niye bana az ona çok hediye verdin diye sorgulamaya hakkımız var mı? Hediyenin cinsi ve miktarı sorgulanmaz, sadece verene teşekkür edilir, kıymeti bilinir.”

“Hiç öyle düşünmemiştim Mehmet Dede! Zaten bir sürü hata yapıyorum, bir de o tarz bir soru sordum diye, Allah artık beni sevmeyecek mi?”

“Bak yavrum! Peygamber Efendimiz başka bir hadisinde “Bir hurma da olsa Allah yolunda sadaka olarak verin. Çünkü o, bir açın açlığını giderir ve suyun ateşi söndürmesi gibi günahı söndürür.” buyuruyorlar. Eee.. demek ki sadaka vermenin tam zamanı… “ Cömert; Allah’a, cennete ve insanlara yakın, cehenneme uzaktır. Cimri ise; Allah’a, cennete ve insanlara uzak, cehenneme yakındır. Veren el, alan elden hayırlıdır.” demiyor mu Efendimiz!..

Fıkraları çok seven Recep bizi güldürmek için konuyla alakalı bir fıkra anlatmak istedi;

“Nasreddin Hoca’nın mahallesinde çok cimri birisi varmış. Birgün nehre düşmüş, yüzme de bilmediği için suyun içinde çırpınmaya başlamış. Köylüler hemen koşup gelmişler, “Elini ver, elini ver” diye bağırmışlar. Ama adam bir türlü elini uzatmıyormuş. Az kalsın boğulacakmış! Hoca durumu anlayıp, “Yahu o vermeyi bilmez, “elimi al” diye bağırsanıza!” demiş. Onlar da Hocanın dediği gibi yapmışlar; o zaman adam hemen elini uzatmış ve köylülerin yardımıyla kurtulmuş. :))”

Biz hararetli hararetli konuşmamıza devam ederken çevremiz bir hayli kalabalıklaşmıştı. Fıkrayı duyan herkes gülerken Mehmet Dede fıkradaki adamın haline acıyarak;

“Cimrilik de bir hastalıktır çocuklar. Birisi elindeki malından başkalarına yadım etmeyi düşününce, insanın Cennet’e gitmesini istemeyen ezeli düşmanı Şeytan hemen telaşlanır ve insana o hayırlı işi yaptırmamak için bin bir türlü şüpheyi insanın aklına getirir. Zaten, Allahu Teâlâ bizleri şu ayetle uyarıyor; “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vaad eder. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.” İnsanın zaaflarını çok iyi bilen Şeytan her köşe başında bekler. Bir şey yapılması gerektiğinde “Sana ne! Keyfine bak! Rahatını neden bozuyorsun?” der. Bir şey verilmesi gerektiğinde “Otur oturduğun yerde, o para sana lazım! Hem sana lazım olan eşyalarını başkalarına verirsen sen ne yapacaksın? Hiç başkaları sana yardım ettiler mi?” der. Bir büyüğümüz “Hayırlı işlerin muzır manileri çoktur.” der. Gerçekten de öyledir, birileri hayırlı birşey yapmak istediğinde Şeytan engel olmak için hiç akla gelmedik engeller çıkartıp insanları caydırmaya çalışır. Ama hakiki müminler bu tuzaklara düşmez, eninde sonunda o hayrı yerine getirirler.”

Bu sözlerden sonra hemen hepimiz yardım etmeye karar vermiştik ama ortada bir sorun vardı;

“Peki oyuncaklarımızı nasıl ve nerede satacağız Mehmet Dede?”

“Benim pazarcı bir arkadaşım var. Bu niyetinizi ona anlatırsak tezgahının bir bölümünü size ayırabilir. Oyuncakları satış amacınızı da kocaman bir kağıda yazıp onu da insanlara gösterirseniz, birçok kişi size yardımcı olmak için onları satın alacaktır. Yalnız bu akşam namazınızı kıldıktan sonra Allah’a dua edip, bu hayırlı işte Allah’ın yardımını isteyin!”

Etrafımız bu kadar kalabalıklaşmışken ve konunun da en can alıcı yerindeyken, ben de planımızı herkese bir kere daha duyurmak istedim;

“Arkadaşlar! Biz Receple bütün oyuncaklarımızı satacağız, bayram harçlıklarımızla kumbaramızdaki paralarımızı birleştirip Güney Asya’daki kardeşlerimize göndereceğiz. Eğer siz de bu sevaba ortak olmak istiyorsanız, hep birlikte yardıma koşabiliriz.” Oradaki herkes yardım etmek istediğini söyleyerek söz verdi. Bizim gayretimizden çok mutlu olan Mehmet Dede, her zaman elinde taşıdığı poşetinden o çok sevdiğimiz çikolataları çıkarıp;

“Şimdi bunları hakettiniz!” diyerek bizlere dağıttı.

O günün akşamında aldığımız kararı annemlere de anlattım. Çok sevindiler ve bana sarılıp yanağımdan öptüler. Bana yardımcı olacaklarını söylediler.

Konumuzla alakalı okuduğum bir hikayeyi de sizinle paylaşmak istiyorum. Çoğunuz biliyorsunuzdur ama dua olur…

Çoluk Çocuğu Aç Kalan İşçi İle Dilenci

“Fakir bir işçi, bir gün işinden çıkartılır. Bunun üzerine başka da hiçbir gelir kaynağı olmadığı için çoluk-çocuğu arka arkaya üç gün aç ve susuz kalır. İşçinin hanımı; "Bey, görmüyor musun? Açlıktan yavrularımızın yüzleri sarardı. Şu benim gelinlik günlerinden kalma başörtümü götür sat; ne kadar tutuyorsa bazı şeyler al getir de hele bir kereliğine şu yavrucağızların karnını doyuralım; sonraki günler için de, kulların rızkını veren Allah (c.c.) kerimdir; muhakkak bize de hayırlı bir kapı açar.”

Adam üzülerek hanımının evlilik hatırasını 10 YTLye satar. Aldığı para ile yiyecek satın almaya giderken yolun üstünde bir dilenciye rastlar; adam "Allah rızası ve peygamber aşkı için boş geçmeyiniz. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak karşılığında bana yardım etmek isteyen yok mu? Dünyada hiçbir şeyi olmayan, kelimenin tam manasıyla muhtaç bir kimseyim." diyerek yalvarmaktadır.

Adam kendilerinin de ihtiyacı olmasına rağmen, onun daha da zor durumda kaldığını düşünerek bütün parayı zavallı dilenciye verir. Şimdi eli boş eve dönmekten gerçekten utanmaktadır; adam ümitsiz bir halde ve hep önüne bakarak kapıdan içeri girince hanımı şaşırır kalır. Adam her şeyi olduğu gibi anlatır, kadın işin iç yüzünü öğrenince üstün bir sabır ifadesi takınarak kocasına şöyle der: "Başörtünün parasını madem ki Allah yolunda verdin; O ulu ve zengindir; gösterdiğin cömertliğin karşılığında bize dilediği anda karşılığını vermek gücüne fazlasıyla sahiptir. Sen yine en iyisini yaptın; bakalım önümüze hangi kapı açılacak?"

Sabahleyin kadın, kocasına bu defa yine baba evinden getirdiği bir duvar saatini verir,  "Şimdi de bunu satmaya götür ve karşılığında eline geçen para ile eve yiyecek getir" der. Ertesi gün adam, çarşının her tarafını gezerek saati satmaya çalışır. Fakat hiçbir müşteri bulamaz. En sonunda yolda gördüğü balıkçıya, iki balık karşılığında saati satarak evine döner. Kocasının elinde balıkları gören kadın, hemen balıkların içini temizlemek üzere mutfağa girer. Az sonra gördükleri karşısında şaşkına dönerek kocasını çağırır. Balıklardan birinin karnından bağırsak yerine parlak ve iri bir inci çıkmıştır.

Adam inciyi alır; bir kuyumcuya koşar. Kuyumcu incinin benzersiz değerde bir mücevher olduğunu, kendilerine sattığı takdirde, karşılığında 14000 YTL ödemeye hazır olduğunu söyler. Çok şaşıran adam inciyi satarak kuyumcudan uça uça evine yönelir. Artık sıkıntılar son bulmuş, Allah onlara nimet kapılarını açmıştır. Bütün ev neşeyle dolar ve hepsi bir ağızdan kederlerini gideren Allah’a sonsuz şükürler ederler.”

Sonunda arkadaşlar, her şey umduğumuzdan da güzel oldu. Mahalledeki komşularımızla yüklü miktarda para topladık ve Güney Asya’ya gönderdik. İnşallah Allah da gönderdiklerimizi bereketlendirsin ve böylece ihtiyaç sahibi kimse kalmasın.

Din kültürü ödevimiz aynı zamanda bir kulluk borcumuzmuş, artık içim daha rahat, çok huzurluyum…

Cimri, malı kabre götürecek sanır

Cömert her daim Allah’ına sığınır,

Verilen de alınan da imtihandır

Bu dünyanın bir de ahireti vardır.

Peygamberimiz der ki; “Değildir bizden

Kendi tok yatan kişi, komşusu açken”

Vazgeçemiyoruz bir türlü maldan mülkten,

Hiç olmazsa dualar etsek gönülden.

Arkadaşınız Talip 🙂