Şartların Hesaba Alınması
Her dönemin mimar ve fikir işçileri gibi bizlerin de içinde bulunduğumuz dönemin şartları ve gereklerini iyice ihata etmemiz gerekir. Çok bilmemiz, çok okumamız, çok dolaşmamız; eğer içinde bulunduğumuz dünya şartlarını hesaba katmıyorsak, onları derin tetkik ve analizlere tâbi tutup hareket ölçülerimizi belirlemiyorsak bir anlam ifade etmez. Mesela her birimiz günümüzde Ebu Hanife dahi olsak, ama içinde bulunduğumuz şartları hesaba katmadan onun kendi döneminde hareket ettiği gibi hareket etsek, çalışmalarımızın falso ile neticeleneceği muhakkaktır.
Şimdi dünya küçüldü, moda tabirle
global bir köy haline geldi. Eskiden ulaşım ve haberleşme
vasıtaları bu ölçüde gelişmiş değildi. Adeta bir adem-i
merkeziyet hakimdi. Tabir caizse herkes ve her toplum
belli bir stoplazma içindeydi. Ama şimdi öyle mi?
Dünyanın bir yerinde olan bir hadise başka yerlerde
anında duyuluyor ve bazıları itibarıyle hadise mahallindekinden
daha fazla ses ve gürültü çıkartıyor, tesir icra ediyor.
Mükebbiru’l-asvatlar (sesleri, gürültüleri çoğaltanlar)
da var günümüzde. Geneli itibariyle kimin amaçlarına
hizmet ettiği malum-u meçhul o medya, ister ideolojik
isterse ekonomik çıkarlar istikametinde dünya kamuoyunu
rahatlıkla yönlendirebiliyor.
Bu arada çeşitli zamanlar ısrarla üzerinde durduğum
bir husus var; dünyanın neredeyse tamamına yayılmış
bir gönüllüler hareketi, bir eğitim ve ögretim seferberliği..
Din, dil, ırk, yaş, cinsiyet ayırt etmeksizin akıllara
durgunluk veren fedakarlıklarla çalışan bir kitle
var ortada. Dünyanın bir yerinde elde ettiğiniz fevkalade
bir başarı, bunları çekemeyenlerin gıpta ve düşmanlık
damarlarını tahrik edecekse, o başarı başka yerlerdeki
hizmetler adına olumsuz tesir yapabilir, şartların
aleyte ağırlaşmasının nedeni olabilir. Ortaya çıkacak
olumsuz hava yukarıda bahsini ettiğimiz medya aracılığı
ile bütün dünyaya mal edilebilir. Onun için bütün
zamanlardan daha fazla dikkatli olunması gerekir.
İş bu safhaya gelse elinizden bir
şey gelir mi? Elbette hayır? Yapacağınız bir tek şey
olur; müsbet harekete devam. Siz her zaman olduğu
gibi numune-i imtisal sayılacak müspet hareket örneklerini
sergilemeye devam eder, onların bir kısır döngü içinde
dönüp durduklarını anlayacakları, böylece yanlış davranışlarından
vazgeçecekleri zamanı beklersiniz. Yani bir zaman
kaybı olur. Belki çeyrek asır, belki de daha fazla.
Görüldüğü gibi bir taraftan kendimizi koruma, diğer
taraftan insanlığa hizmet götürme oldukça zor. Onun
için kendi içimizde sıkı durmamız, gevşemememiz, saflardan
saf yaşayış seklimizi devam ettirmemiz lazım. Evet,
hem kendi iç alemimiz, hem de şartların ve çevrenin
getirdiği yenilikler karşısında hepimizin sürekli
fikrî rehabilitasyona ihtiyacımız var. Madde ile manayı
aynı zaviyeden müşahede edebilecek, rehber bakışlara,
rehber değerlendirmelere ihtiyacımız var. Aksi halde
toplum, his ve heyecanları aklının ve mantığının önünde
toy delikanlılarla maceraya sürüklenir. Böyle insanların
yaptıkları şeyler güzel görünebilir, hüsn-ü niyetli
de olabilir, ama çok defa bu türlü şeylerin içine
riya, şöhret, fahr ve gurur karışır. Bunların olduğu
yerde, karıştığı işlerde lahutiyet mülahazası yoktur.
Dolayısıyla onların öncülük ettiği faaliyetler muvakkaten
semere verse de, Allah alır daha sonra o semereleri.
Ve işin en acı tarafı, kimbilir belki de hislerine
kapılarak yapmış oldukları şeylerden dolayı sorumlu
bile tutabilir o insanları.
ADANMIŞLIK RUHU
Adanmışlık ruhu adına bir ölçü vermek
istiyorum sizlere; insanların bir çoğu mesela öğle
vaktinde, yiyeceği akşam yemeğinin sevincini yaşar.
Bazı insanlar da vardır ki, dünyada iken yoluna girdiği
ve bir gün mutlaka ulaşacağına inandığı Firdevs Cenneti’nin
sevinci ile yaşar. O sevinç adeta hayat verir ona.
İnsanların belki de yüzde sekseni birinci, çok azı
müstesna geriye kalanı da ikinci kategoriye dahildir
. Ama adanmışlık bunların ikisi de değildir. Adanmış
odur ki; Cennet’e gireceği ümidini sürekli gönlünde,
kafasında, vicdanında canlı tutar ama onun bir tek
gayesi vardır bu dünyada; İslam’ın ismetini sıyanet
etmek. Zira yeryüzünde bugün müslümanlık adına yapılacak
tek iş budur. Bu da yaşama zevkini yaşatma zevki adına
terk eden diğergam kişilerle olur.
DUA HEYECANI
Musibetler zamanında okunacak hususi dualar var. Bunların musibet kalkıncaya kadar okunması lazımdır. Fakat burada en önemli şey arkadaşlardaki dua heyecanıdır. İçten gelmesi lazım o his ve heyecanın. Ferhat tam Şirin’ine kavuşacağı anda karşısına çıkan dağı aşmak için nasıl bir heyecan duyar içinde, işte öyle bir heyecan. Hatta din-i mübin-i İslam’ın îlâsı adına duyacağınız heyecan Ferhat’ın, Mecnun’un heyecanından binlerce, milyonlarca kat fazla olmalıdır. -Benim için Leyla, Şirin, Ferhat veya Mecnun hiç önemli değil ama tabiat-ı beşeri inkar etmemek lazım. Leylevîler, Şirinîler çok dünyada. Onun için bu misali verdim.-Yoksa “Dua yapalım” dendiğinde angarya kabilinden bir şey yapılır ki ona dua denmez.
Duanın bir mekanda hep birlikte yapılması taraftarıyım. Zira arkadaşlardan bazılarının tertemiz atmosferi diğerlerine tesir eder, huzur-u kalbe vesile olur. Bu da o mecliste bulunanları biraz daha temkine, teyakkuza ve ciddiyete sevkeder. Diğer taraftan insanın sadece kendi kendine olması ve seccadesinde içini Allah’a dökmesinin, elbette farklı bir açıdan birlikte yapılan duaya faikiyeti, üstünlüğü var. Evet, hiç kimsenin bilmediği, görmediği bir yerde el açıp, içini Rabbine dökmenin değeri hiçbir şey ile ölçülemez.
Halis ubudiyet ifade etmesi açısından dua, çok namaz kılmadan, çok oruç tutmadan daha önemlidir. Çünkü dua, sebepleri ve şartları nazar-ı itibara almadan, Hazreti Müsebbibü’l-Esbab’tan tasavvurları aşan ve tenasüb-i illiyet prensibine göre melhuz olmayan şeyleri isteme demektir. Mesela, Cennet… Kendi iktidarınızla Cennet’i nasıl elde edebilirsiniz? Kabri nasıl aşabilirsiniz? Sıratı nasıl geçebilirsiniz?
Dua ederken mubalağa etmeme bir esastır. Ama bunu bazıları çok dua etmeyin şeklinde anlıyorlar. Benim anlayışıma göre bu kabil bir şerh yanlış. Doğrusu çok dua etmeme değil, duada lüzumsuz teferruata girmemedir. Mesela; “Allahım! Benim şu işim olsun veya kara kaşlı, kara gözlü bir oğlum olsun, saçları hiç dökülmesin, bana bir Cennet ver, yamaçlarımın sağ tarafında şunlar, sol tarafında bunlar olsun, ırmakları şöyle aksın, hurileri böyle olsun…” İşte bunlar dua değil, gevezeliktir.
Câmî (kapsayıcı, muhtevası geniş) lafızlarla dua etme duanın en önemli buudlarından biridir. “Rabbenâ âtina fi’d-dünya haseneten ve fi’l-âhireti haseneten – Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de hasene ver.” duasındaki “hasene”; “Allahümme ahsin âkibetenâ fi’l-umûri küllihâ – Allahım! Bütün işlerde akibetimizi güzel eyle.” deki “Fi’l-umûri küllihâ – her türlü iş, durum, keyfiyet”; “Allahümme innî es’elüke min hayri mâ seeleke bihî Nebiyyüke sallallâhu aleyhi vesellem, eûzü bike min şerri mesteâzeke minhü Nebiyyüke sallallâhu aleyhi vesellem – Allahım! Ben Sen’den, Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) istediği hayırları istiyor ve O’nun Sana sığındığı şerlerden de Sana sığınıyorum.” duasındaki “Min hayri mâ seeleke ve min şerri mesteâzeke – O’nun istediği hayır, sığındığı şer” ibareleri câmî lafızlara en güzel örneklerdir. Ben bu son duayı haddimi aşarak çeşitli ilavelerle şu şekilde yapıyorum; “Allahümme innî es’elüke min hayri mâ seeleke bihî cemîu’l-Enbiyâi ve’l-Mürselîne ve’l-Evliyâi ve’l-Asfiyâi ve’l-Mukarrabîne ve’l-Makbûlîne ındeke, eûzü bike min şerri mesteâze minhü cemiu’l-Enbiyâi ve’l-Mürselîne ve’l-Evliyâi ve’l-Asfiyâi ve’l-Mukarrabine ve’l-Makbûlîne ındek – Allahım! Ben bütün enbiyâ, mürselîn, evliyâ, asfiyâ, mukarrebîn (Sana yakın kullarının) ve makbûlînin (Senin nezdinde makbul kullarının) Sen’den istediği hayırları istiyor ve bütün bunların Sana sığındığı şerlerden ben de Sana sığınıyorum.”
Bu çerçevede bir başka câmî dua da şu olabilir; “Allahümme es’elüke min hayri mâ seeltüke min evveli yevmin ilâ sâati hâzihî ve eûzü bike min şerri mesteaztü minhü min evveli yevmin ilâ sâati hâzihî – Allahım! Sen’den, ta ilk günden şu ana kadar istemiş olduğum hayırları istiyorum. Sana sığınıyorum ilk günden şu saate kadar Sana sığınmış olduğum şerlerden. ”
“Ya Rabbî, ilâ mâ tuhibbu ve terdâ. Allahümme afveke ve âfiyeteke ve ridâke – Ey Rabbim! Seveceğin ve razı olacağın şeyleri yapmaya bizi muvaffak eyle. Allahım! Senden af, afiyet ve rızanı istiyorum.” da çok yapılması gerekli olan dualardan biri. Evet, kendinize rağmen dahi olsa Allahın hoşnut olacağı, seveceği, razı olacağı şeyleri isteyin. Çünkü önemli olan O’nun hoşnutluğudur.
HAKİKAT AŞKI
Hakikat aşkı peygamberler ile ilim adamlarında orijin itibarıyle aynıdır ama tezahür şekilleri arasında fark vardır.Yani o aşka vuslat yaşama istikametinde espiri farklılığı vardır. Mesela peygamberlerde, kuralları vaz’ eden onlar olduğu için yanılmalar olmaz, ama ilim adamlarında olabilir. Hakikat aşkı olmadan ilim, ilim aşkı olmadan da araştırma aşkı olmaz.