Safvet ve İç Kargaşa

Safvet ve İç Kargaşa
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Yeryüzünde inanan insanlar inançlarına uygun hareket
etse bütün dünyaya yeniden yön verebilirler. Evet ben,
inanan her insanın inancın gereklerini yerine
getirmesi ve inancı ölçüsünde bir duruşta
bulunması durumunda dünyada çok şeylerin değişeceğine
inanıyorum. Eğer şu anda bu değişiklik
olmuyorsa, bunun sebebi iman alanında yaşanan
boşluktur, saffetin kaybedilmesidir. Saffetin kaybedilmesinde
en önemli unsur ise iç ihtilaftır. Bu açıdan
günümüzde iç ihtilaf ve buna sebebiyet verebilecek dış
kaynaklı plan ve programlara karşı uyanık
olmak zorundayız.

İslam tarihine bu gözle baktığımızda
Hazreti Ebu Bekir dönemindeki irtidat hadiselerinin,
Hazreti Ömer döneminde tohumu ekilen kargaşaların,
Hazreti Osman ve Hazreti Ali’nin şehadetiyle son
bulan karışıklıkların hepsinin
planlı şeyler olduğunu görürüz. Evet,
o dönemin insanlarının beşeri hissiyatları
akıllarının, daha doğrusu Kur’anî
aklın, Kur’anî mantığın çok önündedir.
Özellikle Hariciler “Başka inanç ve düşünceler
ya bizim dediğimiz gibi olur ya da olmaya hakları
yoktur, yıkılmaya, yok edilmeye mahkumdur.”
zihniyetine sahiptir. İşte bu zihniyetin itikadî
ve siyasî etkisi bazı alanlarda günümüze kadar
devam eden bir çok karışıklığın
sebebi olmuştur. 

Bence biz tarihi hadiseleri kendi tarihsellikleri içinde
bırakıp kendimize dönelim, kendi dönemimiz
içinde üzerimize düşeni yapalım. Nedir üzerimize
düşen şeyler: en genel manada rehavete düşmeme,
zevk u sefaya dalmama, yaşatma zevkiyle yaşamadan
vazgeçme. Mesela en basitinden alışkanlıklarımızı
bir gözden geçiriversek. Alışkanlıklar
insanı esir alır ve hayatî zarureti olmayan
şeylere hayatî ve zaruri damgasını vurdurur.
İnsan genelde alışkanlık sebebiyle
gayri zaruri şeylere önce zaruret damgası
vurur, ardından onun esiri olur. Gördüğüm
kadarıyla alışkanlıklar ciddi enerji
kaybına yol açıyor, asli vazife dediğimiz
hususlarda gevşeklikler devreye giriyor. Onun için
insan alışkanlıklarını gözden
geçirmeli, Kur’an ve Sünnet çizgisinde onları yeni
baştan düzenlemelidir.

Bizim yaşamaktaki gayemiz başkaları
için yaşama olmalıdır, zira yaşamanın
manâsı aslında budur. Evet bu düşünce
ve inanca sahip insan kendini, yuvasını, makamı-mansıbı
tâli derecede düşünür. Böyle inanan ve hayatını
buna göre dizayn edenin önünü ise kimse alamaz. "Yürü,
top senin çevkan senin!" derler ona. Laboratuvarda
ise, her şey mahz-ı marifet olur akar o insanın
kafasına. Ticaret erbabı ise sular seller
gibi dökülür bütün imkanlar önüne.

Aksi halde, insan kendi ruhundan uzaklaşır,
içte kadavralaşmaya girer. Tahakküm etmeye başlar
etrafına. Her şeyi bir istibdat, bir dayatma
vesilesi olarak kullanır. Aklî ve mantıkî
temeli olmayan maceralara girer ve etrafındakileri
de sürükler o maceraya. Belki gün gelir azgın bir
güce kavuşur; kavuşur ama gün gelir o azgın
güç onu da yer bitirir.

Üstad "Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal!"
buyurmuş. Evet eski döneme ait şeyleri aynıyla
ihya etmek mümkün değil. Onun için Üstad’ın
dediği gibi bir yenilenme, bir tecdid şart.
Nitekim bunu sadece O dile getirmemiş. M. Akif’ten,
Sezai Bey’e kadar pek çokları ömür boyu hep diriliş
deyip durmuşlar. Fakat kime nasip kime kısmet.

Evet, sistemi geriye işletip tashih edemezsiniz.
Yenilenme yapacaksınız ama başlangıçta
sıkı durmanız lazım. Meselenin rahat
ve rehavet düşkünlüğüne hiç tahammülü yok.
Bakın tarihe, kocaman Devlet-i Aliye’yi tenperverlik
yıkmıştır, rahat tutkusu, çalım-çaka
yıkmıştır. Belli bir devreden sonra
orduların önünde kimse yoktur, büyük komutanlar
cephede yoktur. Sanki onlar ölse gitse dünya yıkılacak.
Kadavralaşma dönemimize ait utandıran fotoğraflar
bunlar. Halbuki Alparslan’dan Selahattin’e, Murad Hüdâvendigâr’dan
Yavuz’a kadar herkes cephededir, askerlerinin önünde,
ölüm kuşağında düşmanla karşı
karşıyadır.

Bence kadavralaşmamak için işi sıkı
tutmak, beslenme kaynaklarını şuurluca
okumak, beyin fırtınası yapmak, müzakere
etmek şart. Meşru olsa da gereksiz alışkanlıkları
azletmek, kapıdan kovmak ayrı bir şart.
Bir ölçüde kendi hayatını daraltmak demektir
bu, ama yaşatmak için başka çare yok. Öncekiler
de hep böyle davranmış. Kitaplarımızda
da böyle okuyoruz: Mesela, Sav köyünde bin kalem eserleri
yazıyor, teksir ediyordu. Elleri saban, pulluk,
yaba, orak tutan bu insanlar boş zamanlarında
ellerine kağıt-kalem alıyor, önlerine
koydukları şablona bakıp bakıp yazıyorlar.
Ne acayip bir azim, bir kararlılık, bir heyecan,
bir aşk bu. Katışıksız, dupduru
bir saffet bu. Sahabe ile karşılaştırılınca
belki yarı saffet dönemi. Yarı saffet ama
anilmerkez hareketin hızının kesilmediği,
Bediüzzüman’ın suya attığı taşın
halkalarının dalga dalga yayıldığı
dönem. Zor şartların yaşandığı
bir dönem.. evlerin kapılarının önünde
sürekli polislerin gezdiği, bu yetmiyormuş
gibi karşı caddelerden evlerin kiralanıp
ajanların yerleştirildiği, haftada bir
baskınlarla herkesin derdest edilip götürüldüğü
bir dönem.

Hâsılı; Allah bize liyakat ihsan eylesin.
İç kargaşalardan korusun. Alışkanlıklarına
esir olanlar gibi değil de saffet dönemi insanları
gibi bir hayat yaşamayı nasip eylesin