Fırtınalı Dönemlerde İstikâmet, Sabır ve Hâcet Namazı

Fırtınalı Dönemlerde İstikâmet, Sabır ve Hâcet Namazı

*Hazreti Pir, “Mühim ve büyük umûr-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır.” diyor. Evet, eğer hayırlı işlerin arkasındaysanız, şeytan ve onun cinnî-insî dostları sizinle de mutlaka uğraşacaklardır. (00:35)

*Bir Hak dostu, “Eğer Cenâb-ı Hakk’ın kahrından korkuyorsan dinde sâbit-kadem ol, ağaçlar şiddetli rüzgârların korkusuyla köklerini bulundukları yerde daha bir sağlamlaştırırlar.” der. Devrilme endişesi taşımayan insanlar hiç farkına varmadıkları yerde devriliverirler. (02:07)

*Muhalif rüzgarlar esebilir, çok defa insanları önüne katıp savurabilir. Karakter bakımından zayıf insanlar belli çıkarlar, belli menfaatler mülahazasında hep savrulabilirler. Olup biten bu şeyler karşısında kat’iyen sarsılmama, ye’se kapılmama ve ezilmeme mü’minin şiarı olmalıdır. (04:08)

*Fırtınalar hiçbir zaman dinmemiştir; kan seylapları hiçbir zaman durmamıştır; insanların köpüren nefretleri ve kinleri hiçbir zaman dinme bilmemiştir. Bazen bir tirandan gelebilir, bazen bir firavundan gelebilir, bazen bir nemruttan gelebilir, bazen bir Sezar’dan gelebilir, bazen de yanınızda sizinle beraber namaz kılan birisinden gelebilir. Aynı namazı kıldığınız halde namazın içerisinde bir çelme yiyebilirsiniz. Bütün bunlar karşısında duygu ve düşünce açısından sarsılmamak için Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak lazım. (05:36)

*İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) Uhud’da başını yaran, dişini kıran ve yüzünden kanlar akıtan insanlar hakkında “Allahım bu etrafımdakilere hidayet eyle; beni bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı bunu!” diyor. Kime ittiba etmişsiniz, kimin arkasındasınız, kimin sözü sizin için aydınlatıcı, ışık tutucu, rehnüma, yanıltmayan sözdür. Bence onun arkasında durmak lazım. (06:40)

*İhtimal bizim bu dostlarımız, genelde ruh haletimizi bilemeyerek, bu türlü olumsuz şeylere kendilerini saldılar. “Allahım bizim ahvâlimizi, efkârımızı, a’mâlimizi ıslah buyurduğun/buyuracağın gibi, onların da ahvâlini, efkârını, ef’âlini ıslah buyur, Sana yönlendir gönülleri!” deme babayiğitliğini göstermek lazım; başka türlü davranmak düşmez bize. (09:04)

*Uhud Muharebesi öncesinde Hazreti Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) savaş stratejisi konusunda ashabını toplayıp istişare etmişti. Şahsî fikrine göre, şehir dışına çıkmak yerine Medine’de kalarak savunma harbi yapılmalıydı. Şehrin dışına çıkıp meydan muharebesi yapma taraftarları fazla olunca onların fikrine uyup Uhud’a çıktı. Okçular tepesinde nöbet bekleyenlerin içtihat hatalarının da tesiriyle harb yetmiş küsur sahabenin şehit olmasıyla neticelendi. Hemen bu savaş akabinde nazil olan ve her şeye rağmen meşvereti emreden Âl-i İmran Sûresi’nin 159. ayet-i kerimesi atf-ı cürümlere girmeme adına inananlara bir üslup öğretmektedir:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ إِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ

“İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki kendisine dayanıp güvenenleri sever” (Al-i İmran, 3/159) (10:50)

*Mıncıklayacaklar, çuvaldız saplayacaklar, önünüzü kesecekler, gittiğiniz yere gitmenizi istemeyecekler; bazen küfür kaynaklı olacak, bazen haset kaynaklı olacak, bazen hazımsızlık kaynaklı olacak. Bunlar insan ruhunda öyle marazlardır ki, dimağa musallat olmuş öyle virüslerdir ki, nöronları sarmış öyle rahatsızlıklardır ki, tımarhanelerde dahi tedavisi kâbil değildir. Gelin siz de -Allah aşkına- delice hareket eden bu insanlara küsmeyin, gönül koymayın, hatta Allah’a havale etme gibi şeylere bile gitmeyin. (15:05)

*“Kadı ola davacı ve muhzır dahi şahit / Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?” (Ziya Paşa) (16:34)

*Değil çuvaldızlara karşı, mızraklara karşı bile iğne kullanmamaya karar vermeliyiz. İğne kullanmama kararlılığı içinde olmalıyız. İncinsek de incitmemeliyiz, kırılsak da kırmamalıyız. Yollarımız daraltılsa da biz başkalarına karşı yol daraltmasına kalkmamalıyız. (17:50)

*Sana çuvaldız batırmıyorlarsa, “Onlara iğneyle mukabelede bulunmadım!” demenin bir kıymeti yok. Esas, incitene karşı, rencide edene karşı, oturup kalkıp sizin için kötülük planlayana karşı, yalan diyene karşı ‘yalan’ deme nezaketsizliğine girmeyecek kadar civanmertçe davranmak lazım. (19:25)

*Allah Teâlâ, Hazreti Musa ve Hazreti Harun’u (aleyhimesselam), Firavun’a gönderirken, “Yumuşak sözle ona hitapta bulunun, yumuşak bir halle davranın, yumuşak bir düşünceyle karşısına çıkın, incitmeyen sözlerle diyeceğinizi ona deyin” (Tâ hâ, 20/44)  buyuruyor. Sizin karşınızdaki insanlar Nemrut değil, Firavun değil, Sezar değil, İskender değil, Napolyon değil, deli teke Hitler değil… Hele başları yerde secde eden insanlarsa, onlara karşı bize düşen şey hep saygılı olmak, hep takdir etmek, hep tebcille yâd etmek ve Cennetü’l-Firdevs’e beraber girme dilek ve temennisinde bulunmaktır. (22:50)

*İnsan her zaman Allah’a müteveccih olmalı. Hiçbir problemin olmadığı dönemlerde bile ıztırar halindeymiş gibi Allah’a dua etmeli. Çünkü, yüsr (rahatlık ve kolaylık) zamanında Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ederseniz, bir gün başınıza zorluk diyeceğimiz usr geldiğinde, Allah onu da yüsre çevirir. (25:15)

*Başımı yere koyduğumda, secdelerimde, hep hâcet duasını okudum bu üzerimize gelen şiddetli fırtınalar karşısında. Bizim emeğimiz bunun içinde onda birdir, belki de hiç yoktur. Şimdiye kadar bu meseleye emek veren ne kahramanlar, bir asırdan beri adeta baldıran zehiri yudumlayarak bu meseleyi götüren, zindanlarda ömür tüketen insanlar, dünyada zevk sefa yüzü görmeyen insanlar, memleket memleket sürgüne gönderilen insanlar, hapishanelerde tecride maruz kalan insanlar, defaatle zehirlenen insanlar, “bu da vatan evladıdır” denmeyen insanlar… Bu işin içinde bütün bu insanların emeği vardır.. ve bu emekle meydana gelen şey hep sizin omuzunuzda bir emanettir. “Allahım bu bir emanettir, bize ait de değildir, bize muvakkaten yüklediler bunu. Senin emn u emânın bu işin eskortudur; o olmazsa biz bunu götüremeyiz, bunu Sana teslim ediyoruz Allahım!” (28:30)

*Dünya zevki adına bir şey bilmiyorum ben. Yeryüzünde bir dikili taşım olmadı. Dünyayı bana teklif edenlere karşı, anneme-babama karşı, dünyayı bana teklif ettikleri zaman.. canım hocam Yaşar Hocam, boynuma sarıldı ağladı, “Beni sen de dinlemezsen kim dinler?” dedi; teklif ettikleri dönemde, ben en sevdiklerime karşı, “Çok ciddi hizmetlerin insan beklediği dönemde benim ayağıma zincir mi vurmak istiyorsunuz? Başka şey düşünmek istemiyorum, Sadece O, Sadece O!..” dedim. Yalnız O’nu konuş, yalnız O’nu söyle, yalnız O’nu düşün, yalnız O’nu vird-i zeban et, yalnız O’nun için düşersen düş, yalnız O’nun için kalkarsan kalk, yalnız O’nu mırıldan. (30:15)

*Yeminle söylüyorum size; bu meselenin onda birine zarar vermektense, bir günde on defa ölmeye razıyım; on defa Azrail gelsin, öldürsün beni; bir daha dirileyim, bir daha öldürsün.. yemin edebilirim bu mevzuda; çünkü dünya ile zerre kadar alakam olmadı. Bazı miyoplar, mâlikanelerde yaşıyor diyebilirler. Ne yapalım şaşı baktığından dolayı yanlış görebilir. İbrahim Hakkı Hazretleri “Ağvere olma yakın ki sana eğri bakar” diyor. Ağver Allah’a da eğri bakar, peygambere de eğri bakar, dine de eğri bakar; sadece kendisine doğru bakar, o da kendini doğru görür mü görmez mi?!. (31:45)

*Sabredilen konular itibarıyla sabır çeşit çeşittir; ibadetlere devam hususunda sabır, günahlara girmeme mevzuunda sabır ve musibetlere karşı sabır en çok bilinen sabır çeşitleridir. (34:05)

*Zaman isteyen ve bir vakte bağlı cereyan eden işlerde, “zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır” söz konusudur. (37.37)

*Sürekli öteler iştiyakıyla nefes alıp veren Hak dostlarının, vazifelerini tamamlayana kadar dünya hayatına katlanmaları ve gönüllerindeki vuslat arzusunu mesuliyet duygusuyla bastırmaları ancak seçkin kullara özel bir sabırdır. “Vuslata karşı sabır” da diyebileceğimiz mukarrebine has bu sabır çeşidi, Hak dostlarının can ü gönülden cemâl-i İlahiyi arzu etmelerine rağmen dine hizmeti kendi nefislerine tercih ederek burada kalıp vazifeye devam etmeleri, her ânı “Ne zaman Allahım, vuslat ne zaman?!.” mülahazalarıyla geçirdikleri halde O’nun takdirine rıza göstererek ölümü değil O’nun hoşnutluğunu istemeleri ve dava düşüncesiyle dünyaya bir süre daha katlanmalarıdır. (39.55)

*HÂCET NAMAZI: (42:35)

Cenâb-ı Allah’a arz edilen ihtiyaçlar, el açanların himmet hislerine göre farklılaşır. Kimileri, hayırlı eş, salih çocuk, geniş ev, bol rızık gibi isteklerinden dolayı hâcet namazı kılarlar; adanmış ruhlar ise, gece gündüz i’lâ-yı kelimetullah hesabına yalvarıp yakarırlar. Bir ihtiyacı, sıkıntısı, derdi ve isteği olan kimse dört rekât namaz kılar, Cenâb-ı Allah’ı sena eder, Peygamber Efendimiz’e (aleyhissalâtü vesselâm), Enbiya-ı İzâm’a, Melâike-i Kiram’a ve selef-i salihîne salat ü selâm getirir, ümmet-i Muhammed’e dua eder, sonra şöyle yakarışa geçer ve ardından da ihtiyacını zikreder:

لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ الْحَلِيمُ الْكَرِيمُ سُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ أَسْأَلُكَ مُوجِبَاتِ رَحْمَتِكَ وَعَزَائِمَ مَغْفِرَتِكَ وَالْعِصْمَةَ مِنْ كُلِّ ذَنْبٍ وَالْغَنِيمَةَ مِنْ كُلِّ بِرٍّ وَالسَّلَامَةَ مِنْ كُلِّ إِثْمٍ لَا تَدَعْ لِي ذَنْبًا إِلَّا غَفَرْتَهُ وَلَا هَمًّا إِلَّا فَرَّجْتَهُ وَلَا حَاجَةً هِيَ لَكَ رِضًا إِلَّا قَضَيْتَهَا يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ

اَللّهُمَّ أَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ لاَ إِلهَ إِلاَّ اللَّهُ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ لاَ إِلهَ إِلاَّ اللَّهُ الْحَلِيمُ الْكَرِيمُ سـُبْحَانَ رَبِّ السَّـموَاتِ السَّـبْعِ وَرَبِّ الْعَـرْشِ الْعَظِيمِ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

اَللّهُمَّ كَاشِـفَ الْغَمِّ مُفَرِّجَ الْهَمِّ مُجِيبَ دَعْوَةِ الْمُضْطَرِّينَ إِذَا دَعَوْكَ رَحْمانَ الدُّنْيَا وَاْلاخِرَةِ وَرَحِيمَهُمَا فَارْحَمْنِي فِي حَاجَتِي هذِهِ بِقَضَائِهَا وَنَجَاحِهَا رَحْمَةً تُغْنِينِي بِهَا عَنْ رَحْمَةِ مَنْ سِوَاكَ

“Halîm ü Kerîm Allah’tan başka ilah yoktur. Arş-ı Azîm’in Rabbi Allah’ı tesbih ederim. Hamd alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Rabbim, Senden, rahmetinin gereklerini, merhametini celbedecek şeyleri, gerçekleşmesi muhakkak olan mağfiretini, günahtan korunmayı, her türlü iyiliği kazanmayı, her türlü günahtan da selâmette olmayı istiyorum. Bende bağışlamadığın hiçbir günah, gidermediğin hiçbir keder, Senin rızana muvafık olup da karşılamadığın hiçbir ihtiyaç bırakma ya Erhamerrahimîn.

Allah’ım, Sen kullarının ihtilaf ettikleri şeylerde hüküm verirsin. Yüce ve Azim Allah’tan başka ilah yoktur. Halîm ve Kerîm Allah yegâne ilahtır. Yedi semanın ve Arş-ı Azîm’in Rabbi Allah’ı tesbih ederim. Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

Ey kederleri gideren, tasaları kaldıran, Sana dua ettiklerinde çaresizlerin duasına icabet eden Allahım, ey dünya ve ahiretin Rahman ve Rahîm’i! Şu ihtiyacımın giderilmesi ve tamamlanması hususunda beni başkalarının merhametinden müstağni kılacak bir şekilde bana merhamet et.”

Ayrıca; onulmaz gibi görünen bir derdi, bir hastalığı olan kimse de abdest alır, iki rekât namaz kılar; hamd ü sena, salat ü selam ve ümmete dua ettikten sonra şu tevessülün akabinde ihtiyacını dile getirir:

اَللّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ وَأَتَوَجَّهُ إِلَيْكَ بِنَبِيّـِكَ مُحَمَّدٍ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ، يَا مُحَمَّدُ إِنِّي أَتَوَجَّهُ بِكَ إِلَى رَبِّي فِي حَاجَتِي هَذِهِ لِتُقْضَى لِي، اَللّهُمَّ فَشَفّـِعْهُ فِيَّ.

“Allah’ım Sen’den diliyor ve dileniyorum, Rahmet Peygamberi Hazreti Muhammed’i vesile edinerek Sana teveccüh ediyorum. Ey şanı yüce Rasûl (aleyhissalâtu vesselâm) şu hâcetimin yerine getirilmesi için Seni vesile yaparak Rabbime yöneliyorum. Allah’ım peygamberimizi hakkımda şefaatçi eyle.”