Biat Kültürü ve Fikir Hürriyeti

Biat Kültürü ve Fikir Hürriyeti

Soru: Bazı kimseler, bir cemaat, tarikat ya da harekete mensup olanların akıllarını büyüklerine ipotek ettiklerini dillendirip buna da “biat kültürü” diyorlar. İslamda biat nasıl anlaşılmış ve hangi şekillerde uygulanmıştır? Bir kere bağlılık sözü verildikten sonra artık mutlak itaat mi gereklidir; yani biat, şahsî düşüncelerin seslendirilmesine ve ortak aklın işlettirilmesine engel midir? Bu hususlar zaviyesinden, “biat kültürü” ifadesini değerlendirir misiniz?



-Kabul etmek, razı olmak ve tasdik etmek anlamında kullanılan biat (beyat) kelimesi, ıstılahî olarak, “Bir mükellefin, ehil olan bir cemaat (Ehlul-hall vel-akd) tarafından tesbit edilen Halîfeye (İmama, Ulûl-emre) itaat edeceğine ve sadık kalacağına dair söz vermesidir.” (01.11)

-“Hem Allah, vaktiyle peygamberlerden “Size kitap ve hikmet vermemden sonra, sizin yanınızda bulunan kitabı tasdik edici bir peygamber geldiğinde, mutlaka ona inanıp yardımcı olacaksınız” diye söz almıştır. Allah, “Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza aldınız mı?” dediğinde onlar, “Kabul ettik” diye kesin söz verince, Allah Teâla, “Siz de şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber şahitlik edeceğim” buyurdu.” (Âl-i İmran, 3/81) mealindeki ayet-i kerimede de işaret edildiği gibi, Yüce Allah gönderdiği her peygambere, Rasûl-ü Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) vasıflarını bildirmiş ve kendi ümmetlerine O’nu müjdeleyeceklerine dair onlardan söz almıştır. Bu söz alma da bir nevi biattır ve bu açıdan biat ilahî ahlaktır. (02.28)

-Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ), hayat-ı seniyyelerinde birkaç defa ashabından kendisine biat etmelerini istemiştir. Ensar, Akabe Biatı’nda O’nu her türlü kötülüklerden koruyacaklarına dair söz vermiş ve biat etmişlerdir. Daha sonra bu biat uygulaması, Mekke’den Medine’ye hicretin akabinde Hudeybiye’de devam etmiş ve zamanla sistemleşmiştir. (05.40)

-İnsanlığın İftihar Tablosu’ndan sonra, Hulefa-i Râşidîn’den itibaren dinî olmasının yanı sıra siyasi bir mahiyet de kazanan biat, tarihi seyir içerisinde çeşitli şekillerde tatbik edilmiştir. Bu yönüyle biat, bir kimseyi yönetici olarak onaylamak ve ona itaat etmek üzere söz vermektir; başka bir ifadeyle, hangi şekilde yapılırsa yapılsın, bir iş ve vazife için insanlar arasında en uygun ve en liyakatli olanını hür bir iradeyle seçme ve ona halkın sorumluluğunu verme işidir. (13.40)

-Cemaat ile cemiyet arasındaki fark.. ve “hizmet”in makuliyetinin birleştiriciliği… (15.45)


-Temeli dine dayanan bir hususta söz vermek “nezir”dir ve onu mutlaka yerine getirmek gerekir. İ’lâ-yı kelimetullaha ve dine hizmete adanmış olmak da bu cümledendir. Bu itibarla, hangi devirde olursa olsun, Rasûl-ü Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) emanetlerine sahip çıkmak zımnî bir biat gereğidir. Evet, günümüzde mü’minlerin biatı, İslâm adına bulundukları yerin kadr ü kıymetini bilmeleri, hiçbir karşılık beklemeden Allah Rasûlü’nü cihana duyurma uğrunda gayret göstermeleri ve hiç kırılıp darılmayarak bu yolda sarsılmayan bir azimle yürümeleridir. (17.17)

-Devlet reisi veya başyüce, Allah tarafından müeyyed olup vahiy ve ilhamla da beslense, yine istişâre etme zorunluluğu altındadır.. günümüze kadar da bu hep böyle devam edegelmiştir. Yer yer onu ihmal edenler olmuş ise de, büyük ölçüde, değişik ad ve ünvanlarla devam ettiren millet ve toplumların sayısı da az değildir. Aslında, bugüne kadar onu görmezlikten gelen veya gözardı eden hiçbir toplum iflah olmamıştır. Zaten Efendimiz de ümmetin kurtuluş ve geleceğe yürümesini, “İstişârede bulunan kaybetmez.” sözleriyle meşverete bağlamıyor mu? (27.58)

-Rehber-i Ekmel, her meseleyi ashâbıyla istişâre ederek onların düşünce ve görüşlerini alıyor, plânladığı her işi maşerî vicdana mâlediyor ve onun hissiyât, duygu ve temâyüllerini âdeta blokaj gibi kullanarak karar verdiği işlere mukavemet açısından ayrı bir güç kazandırıyordu. Yani yapılması plânlanan işlere, herkesin rûhen ve fikren iştirâkini sağlayarak projelerini en sağlam statikler üzerinde gerçekleştiriyordu. (29.18)

-Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ) Hudeybiye musâlahası esnasında da istişâreye fevkalâde önem vermiş; herkesin görüş ve düşüncelerini aldıktan sonra Ümmü Seleme Vâlidemizle de meşverette bulunmayı ihmâl etmemiş; sonra da zâtî temâyülleri istikametinde ortaya konan görüşlere göre bir yol ve strateji belirlemiş ve muhakkak bir hezimeti zafere çevirerek Medine’ye öyle dönmüştü. (30.40)

-İdareci konumunda olan ve kendisine saygı duyulan kimseler, elleri ve idareleri altındaki insanların her yönden inkişaflarını da hedeflemeli, onların kendilerini rahat ifade etmelerine fırsat vermeli, bir konu hakkında çevrelerindeki insanların hemen hepsinin kendi fikirleriyle katkıda bulunmalarını sağlamalı; böylece, bir düşünceyi bin düşünceye ulaştırmalıdırlar. Diğerleri de, katiyen bir isyan, bir başkaldırma ve bir inat tavrı içine girmeden, uygun bir üslupla “Kur’an’ın şu ayetine, Sünnet’in şu emrine, falan mütefekkirin şu mütalaasına ve mantığın şu kuralına göre, o mesele şöyle de olabilir” şeklinde fikir beyanında bulunmalıdırlar. (35.37)

-Her meseleye itiraz etme, her teklife başkaldırma, kim ne derse desin, daha o insan sözünü bitirmeden karşı çıkma ve bunu bir ahlâk haline getirme ile usulüne uygun ve samimi bir şekilde fikir beyan etme aynı kategoride değerlendirilemez. Kurallarına riayet edilen ve nezaket çerçevesinde ortaya konan bir münazara ve müzakere neticesinde mutlaka bazı hakikatler gün yüzüne çıkar. Hazreti Ömer ile bir kadın arasında geçen mihir mevzuundaki konuşma.. ve Hazreti Halid’in kendisine itiraz eden birine mukabelesi bu meselenin iki güzel misalidir… (39.00)