Âhirete Bakan Göz ve Güzel Görmenin Ölçüsü

Âhirete Bakan Göz ve Güzel Görmenin Ölçüsü

Çay Faslından Hakikat Damlaları: Sol Göz Dünyaya, Sağ Göz Âhirete Bakar!..

-Her göz açıp kapamada nazar âkıbete çevrilirse, yol boyu meşakkatler de zevke dönüşür. En yüksek tepeler aşılırken, “Nasıl olsa önümüzde Firdevs var!. Nasıl olsa önümüzde Rıdvan var!..” denilirse, meşakkatli ve ızdıraplı yollar zevk ve lezzet güzergâhına dönüşür. Ne ki, bu şuur ancak iman, marifet ve muhabbette derinleşmeyle elde edilebilir. (00:38)

-İnsan bir gözüyle dünyaya bakarken diğer gözüyle de sürekli âhirete nazar etmelidir. Sadullah Ağabey, “Kızımı gelin edemedim.. oğlumu everemedim.” diye diye ölen ve ruhunu teslim ettikten sonra sol gözü bir türlü kapanmayan bir hastasının halini yorumlarken demişti ki: “Sol göz dünyaya, sağ göz âhirete bakar. Tûl-i emel ile, dünyada daha yapacak işleri olduğunu düşünerek öldüğünden sol gözü açık gitti.” (03:27)

-Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde;

مَا ليوَمَا لِلدُّنْيَا مَا أَنَا فيِ الدُّنْيَا إِلاَّ كَرَاكِبٍ اِسْتَظَلَّ تَحْتَ شَجَرَةٍ ثُمَّ رَاحَ فَتَرَكَهَا

“Benim dünya ile ne alâkam olabilir? Ben dünyada bir yolcu gibiyim ki o, bir ağacın altında muvakkaten gölgelenir, sonra da yürür yoluna gider ve orasını terk eder.” buyurur. (06:38)

-Dünyaya ve içindekilere ibret nazarıyla bakmak esastır. Nitekim, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, mezarlarda cahiliyeye ait bazı âdetlerin devam ettirildiğini görünce, mü’minleri kabristanlara gitmekten men etmişti. Fakat daha sonra bu yasağı kaldırmış ve “Ben size kabir ziyaretini yasaklamıştım; fakat artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü kabir ziyareti, dünya bağını kırar, ahireti hatırlatır.” buyurarak, kabir ziyaretine teşvik etmişti. Çünkü insanları tûl-i emelden kurtaracak en müessir nasihat, kabirlerde saklıdır. (07:50)

-Mezar taşlarına nakşedilen ibretli sözlerden birinde şöyle denir:

“Çeşm-i ibretle nazar kıl dünya bir misafirhanedir,
Bir mukim âdem bulunmaz ne acib kâşanedir,
Bir kefendir âkıbet sermayesi şâh u geda,
Bes, buna mağrur olan Mecnun değil de ya nedir?” (09:49)

-Alvarlı Efe Hazretleri der ki “Zâir olun kabristanı / Nice yüzbin emvat yatir / Müminlerin nuristanı / İman ile merdan yatir.” M. Akif ise şöyle söyler: “Bakma kabristanın ancak saha-i medhuşuna / Dur da bir müddet kulak ver nale-i hamuşuna.” (10:43)

-Bir Hak Dostu şöyle seslenir: “Ey günah yüküyle düşe kalka yürüyen insan, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden ümidini kesme, O (çok şefkatli ve merhametli) raûf mu raûf! / Zinhar azıksız da yola çıkma, çünkü yol çok korkunç, mahûf mu mahûf!.” (11:46)

-Bir savaş sonrası Nebiler Serveri (aleyhissalatü vesselam) bir kadının yana yakıla kendi yavrusunu aradığını gördü. Kadın yakaladığı her çocuğu sinesine basıyor, kokluyor sonra bırakıyordu. Nihayet kendi yavrusunu buldu, bağrına bastı. Doyma bilmeden onu öpüyor, kokluyor, tekrar bağrına basıyordu. Allah Rasûlü, bu manzara karşısında iyice doldu. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak parmağıyla yanındakilere bu kadını gösterdi ve “Şu kadını görüyor musunuz?” dedi. Sahâbe cevap verdi, “Evet Ya Rasûlallah!” Allah Rasûlü tekrar, “Bu kadın şu kucağındaki çocuğunu cehenneme atar mı?” diye sordu. Sahâbe “Hayır ya Rasûlallah!” karşılığını verdi. İşte bunun üzerine İki Cihan Serveri şu hikmet dolu sözü söyledi: “Allah o kadından daha merhametli ve şefkatlidir.” (12:30)

-Allah yolunda infak edilen servet, insanı Cennet’e taşıyacak vesilelerdendir. Bu açıdan sol gözle dünyaya bakılmalıdır ama sağ gözle de mutlaka âhirete nâzır olmalıdır. (15:47)

-Kur’ân-ı Kerim, pek çok âyetinde dünyaya talip olanları, ahiret nimetlerini isteyenleri ve hem dünya hem de ahiretteki hayır ve bereketten istifade yolları arayanları anlatıyor. Ezcümle şöyle buyuruyor:

فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي اْلآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ أُولَـئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِمَّا كَسَبُواْ وَاللّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ

“Bazı kimseler ‘Ey Yüce Rabb’imiz, bize vereceğini bu dünyada ver!’ derler. Bunların ahirette nasipleri yoktur. Bazıları da, ‘Ey bizim Kerim Rabb’imiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellikler ver ve bizi cehennem ateşinden koru!’ derler. İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketini fazlasıyla bulurlar. Allah, hesabı çok çabuk görür” (Bakara, 2/200-202) (18:15)

-Hazreti Mevlânâ, söz sultanlığı, zamanı aşmışlığı ve baş döndüren derinlikleriyle değil, kulluğuyla övünür, kulluğuyla coşar ve şöyle haykırır:

مَنْ بَنْدَه شُدَمْ بَنْدَه شُدَمْ بَنْدَه شُدَمْ         مَنْ بَنْدَه بَخِدْمَتِ تُوسَرْ اَفْكَنْدَه شُدَمْ

هَرْ بَنْدَه كِه آزَادْ شَوَدْ شَادْ شَـوَدْ     مَنْ شَـادْ اَزْ آنَمْ كِه تُرَا بَنْدَه شُـدَمْ

“Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Ben Sana hizmette iki büklüm oldum. Kullar âzad olunca şâd olur; ben Sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum.” (20:30)

Soru: “Hakiki mü’min mutlak mânâda ne nikbîn, ne de bedbîndir; o, hakikatbîndir.” buyuruluyor. Günümüzün realiteleri, kendimizin, ülkemizin, Müslümanların ve insanlığın problemleri göz önünde bulundurulunca hakikatbîn olmayı nasıl anlamalıyız ki hem fazla iyimser olmayalım hem de bütünüyle karamsarlığa düşmeyelim? (23:03)

-Bedbinlik, her şeyi olumsuz yanıyla ele alıp değerlendirme, hâdiseleri bütünüyle karamsar görme ve böylece ümitsizliğe düşme ruh hâlidir. Nikbinlik ise, hâdiselere iyi tarafından bakma, bazen güzel görünmeyen şeyleri dahi güzel görecek kadar iyimser olma demektir. Bu ruh hâleti bütünüyle kaldırılıp atılacak bir şey değildir. Çünkü Hazreti Pir’in ifadeleri içinde meseleye yaklaşılacak olursa, güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır. (23:32)

-Hemen her zaman iyilerin yanında kötüler de bulunur. Bülbülün uğruna şakıyıp durduğu gül ağacı bile dikenlerle örülmüş gibidir. Nitekim Nâilî şöyle der: “Gül hâre düştü, sînefigâr oldu andelib / Bir hâre baktı bir güle, zâr oldu andelib – (Gül dikene düşünce, bülbülün sinesi yaralandı / Bülbül, bir güle, bir de dikene baktı, oracığa yığılıverdi)” (25:48)

“Kadd-i yâre kimisi ar’ar dedi kimi elif / Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif.” (Muhibbi) Ar’ar, eda endamıyla güzel görünmekle beraber dikenli ve yaklaşılması zor bir ağaçtır. Şair, sevdiğini ar’ara benzeterek onun iffetine de işaret ediyor. (26:30)

-Mü’min, bir taraftan realiteleri görüp âdeta yüreği ağzına gelecek ölçüde endişe içinde endişe yaşamalı; fakat diğer taraftan, kendisini bekleyen vazifelerin çokluğunu görünce Hakk’a dayanıp, sa’ye sarılıp, hikmete râm olup, sarsılmadan, ümitsizliğe düşmeden, aşk u şevkle yapılacak işlere koyulmalıdır. Evet, o, görülmesi gerekeni görmeli, realiteleri çok iyi okumalı, insani zaafları nazar-ı itibara almalı, mevcut şartları göz önünde bulundurmalı ve Allah’ın izn u inayetiyle, içinde bulunduğu durum itibarıyla yapılması gereken her ne ise, iradesinin hakkını verip onu yapmaya çalışmalıdır. (28:33)

-Hakikatbin insan, esbabı görmezlikten gelemez; dahası, sebepleri yerine getirmeyi Müsebbibü’l-esbab’a karşı saygının gereği bilir. Hazreti Pîr umum Risalelerde bir taraftan sebeplerde kusur etmemeyi nazara vermiş, diğer yandan da esbap perdesini sıyırmak suretiyle Müsebbibü’l-Esbab’a kapılar aralamaya ve O’na baktırmaya çalışmıştır. Meselâ bir yerde sebeplerin hikmet-i vücuduyla ilgili olarak şöyle demiştir: “İzzet ve azamet isterler ki, esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve ehadiyet isterler ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.” Başka bir yerde de kudretin, umur-i hasise ile mübaşeretinin görünmemesi için sebeplerin vaz’ edildiğine dikkat çekmiştir. Demek ki sebepler, müessir-i hakiki değildir. Onlar Cenâb-ı Hakk’ın esmasının çok perdelerden geçmiş cilvesinin cilvesidir. Bu açıdan sebeplere, O’nun hatırına bir değer vermek gerekir; onları bütün bütün değerden düşürmek cebrîlik olur. Fakat sebepleri her şey gören bir insan da hiç farkına varmaksızın Müsebbibü’l-Esbap’tan gaflette bulunuyor demektir. (32:22)

-Izdırar ve ızdırap bazen güçlü bir dinamik haline gelir. Nitekim, son birkaç asırdır mağdûriyet, mazlûmiyet ve mahkûmiyetler ağında kıvranırken belki on türlü belimizi doğrultma yolları öğrendiğimiz söylenebilir. Evet, şu son asırlar, milletimizi ayakları altına almış ve ezmiş.. o da bu düşmüşlük karşısında temrînat yapa yapa değişik şekilde kalkma, doğrulma ve ayakta durma yolları öğrenmiştir. (36:02)

-İyi işleyen bir sistem, beraberinde körlük getirir; buna “sistem körlüğü” diyebiliriz. Mükemmellik de, beraberinde rehâvet getirebilir. Binaenaleyh, bugün üçüncü sınıf görülen milletler, daha alternatifli düşünebilirler. Tarih boyunca büyük medeniyetlerin kahir ekseriyetini bedevî kavimlerin kurmuş olması, belli ölçüde bundandır. (38:00)

-İnsanlığa ve ülkemize hizmet adına yaptıklarımızı yeterli bulmadığımız ve “yeter” demediğimiz takdirde ilâhi tecelliler de “yeter” demez. “Yeter” deme bizden başlarsa, gökler ötesinde de “yeter” denir. “Yeter” demeyelim!.. (39:13)