Tevhid-Şirk Dengesi

Tevhid-Şirk Dengesi
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Bazen elimde olmadan öyle şeyler kafama takılıyor
ki kendi kendime “Beyhude havanda su dövüyoruz.” diyorum.
Ben imana ve Kur’an’a hizmet etmeyi hayatlarının
gayesi bilenlere karşı ümidimi hep korudum.
En yakın daireden en uzak dairede bulunan büyük-küçük
her ferdin bu örfaneye karınca-kararınca iştirak
edeceği kanaatimi muhafaza edegeldim. Girdikleri
bu reh-i sevdadan ölünceye kadar vazgeçmeyeceklerini,
peygamberlerle temsil edilen, ilahi kitaplarla belirtilen
esaslardan taviz vermeyeceklerini… Fakat bazen oluyor
ki etrafta İslam’ın şeklinde, kalıbında
takılıp kalmış, bir türlü onun ruhuna,
özüne inemeyenlerin çokluğunu gördükçe ümidim tükenir
gibi oluyor. Bu mevzuda yapılan tahşidatın
hiçbir fayda sağlamadığını
müşahade edince kahroluyor ve: "Acaba Cenab-ı
Hak dinine hizmet etmeyi bizlere müyesser kılmayacak
mı?" diye kendi kendime soruyorum. O’nun dinine
hizmet etmeyi istemek belki hakkımız değil,
ama ona hizmet etmek için liyakat kazanmamız ve
onu korumamız vazifemiz. Evet, çok küçük, cüz’i
bir hadise çok dokunuyor bana, onu bir tefessüh etme
başlangıcı gibi görüyorum.

Hemen her gün ve her fırsatta defalarca söyledim,
bir kere daha tekrar etmek istiyorum; insan kim olursa
olsun yapılan, kazanılan, başarılan
şeyleri katiyen kendisine maletmemeli. Bu apaçık
bir şirktir. İnsan bunları kendisine
maletmekle aslında hem kendisini hem de yapılan,
kazanılan şeyleri esas kuvvetinden, o kuvvetin
kaynağından koparmış olur. Kuvvet
kaynağından kopan o şeyler bu defa kendi
kuvvet zeminine dikilir ki o zeminin kuvve-i imbatiyesi
onları büyütmeye kafi değildir. Onlar ancak
"Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" kuvve-i
imbatiyesinde boy atar ve gelişir. İnsanların
sun’i, yapmacık müdahaleleri ise onları kurutur.
Onun için katiyyen “ben” dememeli, “yaptım” dememeli,
Allah’ın kudretiyle olan şeylere sahip çıkmamalı.
Bu türlü şeyler kazaen aklına geldiğinde
hemen istiğfar etmeli: "Ya Rabbi! Her fiili
yaratan Sensin. Ben onu nefsime nisbet eder gibi oldum,
bir bulut gibi kafamdan geçti. Bununla Sana şirk
koştum. Eğer Sen de ona şirk diyorsan
ben muvakkaten dahi olsa müşrik oldum. Sana sığınırım.
Allahümme innî eûzü bike min en üşrike bike şey’en
ve ene a’lem, ve estağfiruke bimâ lâ a’lem (Allahım,
bilerek bir şeyi şirk koşmaktan Sana
sığınırım. Bilmeden yaptıklarım
için de Senden bağışlanma dilerim).”

Evet, bazı başarıların, yapılan-edilen
şeylerin nefse nisbet edilmek suretiyle çürütüldüğü,
karartıldığı, renk attırıldığı
ve tozlu-dumanlı hale getirildiği kanaatindeyim.
İşte bunlar çoğu zaman zıpkın
gibi sineme saplanıyor. "Aman Allahım!
Ne deniliyor, ne yapılıyor?" diyorum.
Tevhid derken, O’nun bayraktarlığını
yaparken acaba şirke mi giriliyor endişesini
atamıyorum zihnimden. Bu türlü yaklaşımlar
melaike-i kiramın, Efendimiz’in (sallallahü aleyhi
ve sellem) ve evliya-yı izam’ın ruhlarını
rencide ediyordur gibi geliyor bana. Bunlarla benim
gibi mübtedi bir adamın bile bir gece uykusu kaçıyorsa;
bencillikten, egoizmadan, gururdan, çalımdan rahatsızlık
duyuyorsa; her şeyini Allah’a vermiş, Allah’ta
fani olmuş, Allah’ta görmüş, Allah’ta bilmiş
bu insanlar, şirkten küfürden tiksindikleri gibi
tiksinti duyarlar bunlardan. Ehlullah’ın tiksinti
duyduğu bir hareket ise iflah olmaz.

Şimdilerde genel kültürümüze o kadar çok aykırılıklar
var ki bunları ifadede zorlanıyorum. Aslında
Türk milleti tarih boyunca kendi kültürüne, inancına,
örf ve adetine ters şeylere karşı direnç
göstermiş bir millettir. Fakat şimdilerde
asimilasyona açık gibi geliyor bana. Çin’e, Maçin’e,
Japonya’ya giden birisi beş-altı ay sonra
neredeyse Çin’li, Maçin’li, Japon gibi çıkıyor
karşınıza.

Halbuki bağımlı olan bir insan müstakil
ve hür insan gibi hizmet edemez. Bağımlılığınız
ne kadar çoksa hürriyetiniz o kadar elinizden gitmiş
demektir. Bir mü’min hiçbir şeyin bağımlısı
olamaz/olmamalı. Yeme-içme gibi tabii, zaruri ihtiyaçların
bile bağımlısı olamaz. Yiyeceklerini
kifaf-ı nefs miktarınca yer ve biter.

Yuva insanın zaruri bir ihtiyacıdır.
O yuvada eş, olmazsa olmaz hayat arkadaşıdır.
Ahirete giden yolda yol arkadaşımızdır
bizim o. Bazen biz yolda yürürken kubbedeki taşlar
gibi kol-kola, omuz-omuza dayanırız. Ama yuvaperest
değiliz. Öyle olursa bağımlı hale
gelir insan. İstenilen performansı koyamaz
ortaya, gereken aktiviteyi gösteremez. Bağımlılık
aslında ruh yapısındakı zaafın
ifadesidir, bir boşluktur o. İnsan
icabında eşi de olsa, annesi-babası da
olsa -bunların hukukuna riayetin yanında-
hürr-ü mutlak olduğunu ifade etmeli. "Ben
sadece Allahın kuluyum!" demeli. Allah’ın
kulu O’nun emir ve yasakları haricinde hiçbir kayıtla
mukayyet değildir.

Bunlar bizim genel kültürümüzün tezahürleridir. Bir
başka yerde bulunmakla başkalaşıyorsak
şayet, daha değişik bir yerde daha değişik
türlü başkalaşma ihtimali de vardır.
Yani bir çeşit başkalaşan her türlü başkalaşabilir.
Asimilasyona gelince o kuyûttur (kayıtlar, bağlılıklar),
takyittir (kayıt altına girme). Takyitlerle
mukayyet olan insan hür değildir, esirdir o. Esir
olan ise Allah’a tam manasıyla kul olamaz.

Bütün bunlar, müşahedelerimden sızan şeyler.
Bazen kan gibi damlıyor içime, bazen de bir iğne
gibi batıyor kalbime. Rahatsız oluyorum tavırdan,
referanstan, mimikten, bakışlardan, Allah’ı
sadece dudaklarla söylemekten, gönülden gelmeyen seslerden,
ses adına ortaya çıkan hırıltılardan.
Gerçi "Herkes yahşi ben yaman. Herkes buğday
ben saman." prensibim ama nasılsa yine de
göz yaman şeylere ilişiyor. Bence müslümanlığı
yaşıyorsak onu Allah’ın istediği
tarzda yaşamamız lazım.

Evet, "İnnemâ emvâlüküm ve evlâdüküm fitne
– Muhakkak ki mallarınız ve evladlarınız
sizin için imtihandır." İmtihan… Bu
dünyada kaybeden anne-babalar, evlatlar var; kazanan
anne-babalar, evlatlar var. Kazanan toplum var, kaybeden
toplum var. Kazanan mücahit var, kaybeden mücahit var.
Kazanan muhacir var, kaybeden muhacir var. Bir ibtila,
bir imtihan. Değişmeye gelince, biz değişirsek,
seyr-i sülûk-i rûhânîde değişen insanlar gibi
değişmeliyiz. Bizim için başka türlü
değişme olmaz/olmamalı. Başka türlü
değişme dönekliktir, Kur’an’dan mülhem ifadesiyle
"tezebzüb"tür: Bir oraya, bir buraya dönme;
bu, münafıkça bir davranıştır. Yalnızca
bir kere değişmeli insan. Bundan sonra ki
her değişim bir adım daha O’na yaklaşma
şeklinde olmalı. "Ben boynu tasmalı,
O’nun azad kabul etmez kölesiyim" demeli. Eğer
insanın bir kıymeti varsa bütün kıymeti
buradadır zaten.

Evet, zaman ahir zaman. Zuhur eden de alâmât. Medet
Ya Rab!