Muhtaca El Uzatmak, İsimsiz Müsemma Olmak ve Sıla-yı Rahim

Muhtaca El Uzatmak, İsimsiz Müsemma Olmak ve Sıla-yı Rahim

1. Bölüm: Çay Faslından Hakikat Damlaları

-Muhtaçların yardımına koşmak, Allah’ın inâyetine sunulmuş en beliğ bir davetiyedir. Yardıma koşarsanız, yardımsız kalmazsınız. El uzatırsanız, hiç umulmadık yerden size el uzanır. (00:42)

-El uzatma da çeşit çeşittir; maddî manevî pek çok yardım türü vardır. Onların en önemli ve hayatî olanı ise, insana uhrevî hayatını kazandıracak, insan ile Allah arasındaki engelleri bertaraf ederek kalblerin Allah’la buluşmasını sağlayacak bir elin uzanmasıdır. (02:00)

-Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), yirmi üç sene, peygamberlik gibi çok ağır bir sorumluluk taşımış ve hiçbir dava adamına nasip olmayacak şekilde de mükellefiyetlerini yerine getirmiş müstesna insandır. Bununla beraber, ciddi bir sorumluluk duygusuyla ümmetinin şehadetini talep etmişti: Veda Haccında kan davalarından kadın haklarına, ondan da faize, kavim ve kabile aralarındaki münasebetlere kadar her şeyi bir kere daha anlatmış; sonra da cemaatine “ألاَ هَلْ بَلَّغْتُ Dikkat edin, tebliğ ettim mi?” diye sormuştu. Her defasında cemaatinden, “Evet, tebliğ ettin.” karşılığını alınca da, Cenâb-ı Hakk’ı şahit tutarak, “اَللّٰهُمَّ اشْهَدْ Allahım, şahit ol!” buyurmuştu. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun bu hareketi bütün irşat erlerine bir mesaj vermektedir. Herkes “Acaba vazifemi yapabildim mi?” sorumluluk duygusuyla dolu bulunmalıdır. (04:03)

-Şefkat Peygamberi (aleyhissalâtü vesselam), kendisinden bir şey istenildiğinde, varsa verir, olmadığı takdirde de vaad ederdi. Bazen üzerine giydiği tek elbisesini bile isteyen olur, O da hiç çekinmeden hemen verirdi. Bir şahıs gelip O’ndan bir şey istemişti, Allah Rasûlü ona istediği şeyi vermişti. Bir başkası gelip istemiş, O yine vermişti. Başka biri istediğinde ise, verecek bir şey kalmadığı için Rasûlullah vaad etmişti. Yani mal eline geçtiği ilk fırsatta ona verecekti. Bu durum Hazreti Ömer’i fevkalâde üzmüş, Allah Rasûlü’nün bu derece rahatsız edilmesinden rahatsız olmuştu. Dizleri üzerine doğruldu ve “İstediler verdin. Bir daha istediler yine verdin. Bir daha istediler vaad ettin. Yani, kendini bu kadar eziyete sokma yâ Rasûlallah!” dedi. Ancak bu sözler, Allah Rasûlü’nün hiç hoşuna gitmemişti. Kaşlarının hafif çatıldığını gören Abdullah b. Huzâfetü’s-Sehmî ayağa kalkmış ve

أَنْفِقْ يَا رَسُولَ اللهِ! وَلاَ تَخْشَ مِنْ ذِي الْعَرْشِ إِقْلاَلاً

diyerek tesellide bulunmuştu. Yani, “Ver ey Allah’ın Rasûlü, sakın Allah’ın seni fakir bırakacağını ve senden nimetlerini kesivereceğini zannetme!” İki Cihan Serveri bu sözlerden memnuniyetini şöyle dile getirmişti:بِذَلِكَ أُمِرْتُ İşte Ben de bununla emrolundum.” (07:30)

-Keşke, hizmet edilirken mesele ad, unvan, nam ve nişana bağlı götürülmese ve âidiyete mal edilmeseydi!.. Acaba –cı’ya –cu’ya veya F’ye G’ye mal edilmeden bu mesele götürülemez miydi? Götürülebilir idiyse şayet, herhalde biz o hususta, usulde hata ettik.. hata ettik, hasımları tecavüze sevkettik.. hata ettik, ehl-i imanı günaha sevkettik.. çok ciddi bir hazımsızlıkla, bir haset duygusuyla oturup kalkıyorlar. Keşke “isimsiz müsemma” olabilseydik. Yapılan iş yapılsaydı; fakat adı, unvanı olmasaydı. (10:24)

-Tasavvuf terminolojisinin ve kurumsallaşmasının ilk sistematiği Hicri 3. asır sonrasına aittir. Halbuki bu dönemden önce de İslam’ın kalb hayatı bütün derinliği, sâdeliği ve mânevî coşkunluğu ile yaşanmıştır. O dönemde ortada isimler yoktur ama o isimleri üzerinde taşıyabilecek liyakatli müsemmalar çoktur. (11:52)

-Emniyetli ve selametli yol isimsiz müsemma olma yoludur. Keşke acz, fakr, zühd gibi hasletler bütün derinlikleriyle yaşansaydı ama mesele sadece isimlere takılıp kalmasaydı. Zira, o müsemmalar isimleriyle anılmaya başlayınca âidiyet mülahazaları da ortaya çıkmış; her şey -cı, -cu, “ben”, “biz”, “bizimkiler” düşüncesine bağlı götürülür olmuştur. Yüce kâmetler arasında böyle bir bayağılık hiç söz konusu olmasa bile âidiyet mülahazası mübtediler arasında her zaman bir kısım problemlere sebebiyet vermiştir. (14:27)

-Keşke biz de meseleyi isimsiz müsemma olarak götürebilseydik; “falan” demeselerdi, “filan” demeselerdi. Esasen, o hizmetleri ne falan ne de filan yaptı; Allah Teala kaderî planını civanmert Anadolu insanına uygulattı. Demek ki Allah’ın inâyetiyle millete ait bir hizmet var ortada. Millete ait bu mesele falana filana hamledilirken, şahsen övülmeden sövülme kadar rahatsız oluyorum. Bakın şimdilerde de ne düşünüyorum; diyorum ki: Allah keşke canımı alsaydı benim, bugünkü şeyleri görmeseydim; bunlar da “Bu iş falana filana ait” demeselerdi, hücum edip günaha girmeselerdi. (18:07)

-Hâlâ şöyle böyle, kenarından köşesinden meselenin içinde bulunduğumdan dolayı bu hizmete taarruz ve hücum ediliyorsa, ben hazırım, Sahibime tezkeremi veriyorum, “Tezkeremi doldur” diyorum. Allah emanetini alsın, fakat bu hizmete zarar gelmesin. Zira âidiyet mülahazasıyla hizmet zarar görür. Hizmet, Allah yolunda bir hizmettir.. milletimizin ruh âbidesini ikâme yolunda bir hizmettir. Bizim mallarımız, canlarımız, cânanlarımız bu işe engel teşkil ediyorsa, Allah onların hepsini alsın ama hizmet durmasın!.. (20:20)

-Ashab-ı Kehf’ten ders alınmalıydı; “Çünkü onlar eğer size muttali olurlarsa, ya sizi taşa tutarlar veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyyen iflah olmazsınız.” (Kehf, 18/20) ayetindeki ikaza uygun davranılmalıydı; alkışlanmayı beklemeden, gerekirse mağarada meçhul bir insan olarak ölüp gitmeye razı olunmalıydı. Zira, şirkten azade kalmanın yolu şudur: Hizmeti yap, sonra sessizce yürü Rabbine.. bilmesin kimse.. var mıydı öyle bir adam yok muydu, bilmesin kimse!.. Yolumuz buydu ama o yolun âdâb u erkânına uygun hareket edebildik mi edemedik mi bilemeyeceğim!.. (21:55)

2. Bölüm: Sıla-yı Rahim

Soru: Kur’an-ı Kerim’de nazara verilen “sıla” mefhumunu Ra’d Sûresi’nin 20. ve 21. ayetlerinden hareketle değerlendirir misiniz? “Sıla” kavramının şümulüne hangi hususlar dahildir? Günümüzün şartları açısından sıla-yı rahimin şekli ve vesileleri adına bir ölçü lütfeder misiniz? (24:18)

-Cenâb-ı Hak, şöyle buyuruyor:

اَلَّذِينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْمِيثَاقَ وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَۤا أَمَرَ اللّٰهُ بِهِۤ أَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُۤوءَ الْحِسَابِ

“O akıl sahipleri (ulü’l-elbâb), Allah’ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır. Onlar Rabbin tarafından sana gönderilenin hak ve gerçek olduğunu bilip, Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler. Rabbileri olan Allah’tan çekinirler ve pek çetin, kötü bir hesaptan endişe ederler.” (Ra’d sûresi, 13/20-21) (24:43)

-“Sıla”, kavuşmak, ulaşmak, akrabayı ziyaret etmek, mü’minlerle görüşmek ve alâkayı devam ettirmek manâlarına gelmektedir. Sıla, Türkçemizde de çok kullanılan, özellikle dâussıla terkibiyle vatan hasretini ve memleket özlemini ifade için edebiyatın hemen her türünde sıkça rastlanan bir kelimedir. “Dâussıla” tabiri, günümüzde de pek çok insanın hasret ve hicranının unvanıdır. Anne-babanızdan, dost ve akrabanızdan uzaksanız; vatan toprağını, öz kültürünüzü, kendi kültür ortamınızı, camilerinizi, minarelerinizi ve ezanlarınızı özlüyorsanız; hatta bazen mahyalarınızın, temcid ve tehlillerinizin hayali gözlerinizi yaşartıyorsa ve bin âh ile “Keşke bir kere daha o iklimin havasını solusam; bir kere daha öz değerlerimle buluşsam” diyorsanız bunların herbirine karşı sizin içinizde de bir sıla derdi var demektir. Fakat, bunların hepsinin ötesinde, bir mü’min önce Rabbine karşı sıla duygusuyla dopdolu olmalıdır. (26:42)

-Visâl ismindeki sevdiğine kavuşma arzusuyla yola çıkan bir genç, bu vesileyle hidayete erdikten sonra onunla evlenme imkanı da bulunca, ona şöyle seslenmiştir:

يَا وِصَال! كُنْتِ وَسِيلَةً لِلاِتِّصَال، فَلاَ تَكُونِي سَبَبًا لِلاِنْفِصَال

“Ey Visâl, vesile oldun asıl matluba ermeye! Şimdi araya girip ayrılığa sebebiyet verme!..” (27:03)

-“Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler.” beyanı çok şümullüdür. Öyle ki, -merhum Hamdi Yazır’ın ifadesiyle- peygamberlerin, onların mirasçıları olan âlimlerin, hısım akrabanın, komşunun ve bütün müminlerin; hatta zimmet ehli olan gayr-i Müslimlerin, topyekün insanların; dahası kedi, tavuk, keçi ve koyun gibi evcil hayvanlardan böceklere ve karıncalara kadar bütün canlıların, bitkilerin ve cansızların hukukuna, hâsılı her türlü hakka riayeti ihtiva eder. Bütün yaratılmışların haklarına saygı göstermek ve riayet etmek hep bu ifadenin içinde dahildir. Aslında yaratılmışların hakkına riayet etmek Yaratan’ın hakkına riayet etmek demektir. (30:25)

-Sıla-i rahim meselesinde gözetilmesi gereken öncelikler vardır. Yolunuzu hasretle gözleyen ve “Ne olur kavuşabilsem” diyen insanlara karşı sıla ayrı bir kıymete ulaşır. Dolayısıyla hiç kimseye karşı sıla, anne-babaya karşı olan sılanın yerini tutamaz. Sonra bizim kıstaslarımız içinde nine ve dedeye karşı, daha sonra amca ve halaya, dayı ve teyzeye karşı sıla gelir. Aslında, sıla-i rahimdeki sıralamada da Kur’an-ı Kerim esas olmalı ve kendilerine karşı iyilik yapılması gerekenler Kur’an’da hangi sırayla anlatılmışsa, o sıra ölçü kabul edilmelidir. Değişik ayetlerde iyilik yapma ve ihsanda bulunma meselesi anlatılırken bir tertibe riayet edilmiştir. Meselâ; bir ayet-i kerimede mealen “Yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi şerik yapmayın. Anneye, babaya, akrabalara, yetimlere, fakirlere, (evi yakın olan veya akrabadan olan) yakın komşulara, (evi uzak olan veya akrabadan olmayan ya da Müslüman olmayan) uzak komşulara, yol arkadaşına, garip ve yolculara, ellerinizin altındakilere (köle, cariye, hizmetçi, işçi) güzel muamele edin. Bilin ki Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseleri sevmez” (Nisa sûresi, 4/36) buyurulmaktadır. Dolayısıyla, iyilik ve ihsanda bulunurken de bu sıralama gözetilmeli; kimin sıla hakkı daha büyükse ona daha çok önem verilmelidir. (32:30)

-İman ve Kur’an hizmetini bazı hakları ihmal etmek için bir mazeret olarak kullanmak da şeytanın oyunudur. Bir sürü hukuku çiğneyip de “hizmet” kisvesi altına sığınmanın arkasında şeytanî mülahazalar vardır. Hizmet, anne-babanın haklarına riâyet etmeye ya da akraba hukukunu gözetmeye asla mani değildir. (34:10)

-Sıla-yı rahim; tatlı sözlü, güler yüzlü olmaktan selâmlaşmaya, hal-hatır sormaktan insanlar hakkında iyi dileklerde bulunmaya, ziyâretlerine gitmekten ihtiyaçlarını görmeye, dertlerini paylaşmaktan malî yardımda bulunmaya kadar pek çok iyilik ve ihsanı ihtiva eder. İletişim vasıtalarının geliştiği ve yaygınlaştığı günümüzde İnternet üzerinden görüşüp konuşma, e-mail aracılığıyla içten duygu ve düşünceleri arz etme, mektup yazma ya da telefonlar sayesinde görüntülü görüntüsüz hasret giderme gibi hususlar da sıla-yı rahim vazifesini yerine getirmiş olmak için önemli vesilelerdir. (35:19)

-Sıla-yı rahim, aynı zamanda gönüllerimizin ilhamlarını başka sinelere boşaltabilmemiz için de çok mühim bir vesiledir. Maddî iyilik ve ihsanda anne-babanın ve yakın-akrabanın öncelik hakkı bulunduğu ve öncelikle onları görüp gözetmek gerektiği gibi, tebliğ ve irşatta da hak önce onlarındır. Bu açıdan mü’minler, hak ve hakikati başkalarına anlattıkları aynı anda aile, akraba ve komşularına da anlatmanın yollarını aramalıdırlar. Kalblerin Allah’la buluşması mevzuunda ilk defa yakınlarıyla Allah arasındaki engelleri bertaraf etme gayretiyle işe başlamalı, evvela onların gönüllerini Allah’la buluşturmaya çalışmalı; sonra komşularından başlamak üzere bu vazife alanını daha da genişletmelidirler. Evet, böyle bir gaye için sıla-yı rahim çok güzel bir vasıtadır. (37:17)

-Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

أَفْضَلُ الْفَضَائِلِ أَنْ تَصِلَ مَنْ قَطَعَكَ وَتُعْطِيَ مَنْ مَنَعَكَ وَتَصْفَحَ عَمَّنْ شَتَمَكَ (وَتَعْفُو عَمَّنْ ظَلَمَك)

“Faziletlerin en üstünü; aranızdaki akrabalık ve dostluk bağlarını koparanı senin arayıp sorman, seni mahrum bırakana senin ihsanda bulunman, sana sövüp sayana, çirkin sözler söyleyene müsamahalı davranman ve (bir rivayette de) zulmüne maruz kaldığın insanı bağışlamandır.” Demek ki, fazilet ehli kimseler, anne-babaya, nine ve dedeye, daha sonra amca ve halaya, dayı ve teyzeye karşı sıla ile emrolunduklarını bilmenin ötesinde kendisiyle bağlarını koparanlarla bile irtibatlarını devam ettirmenin yollarını ararlar. (38:22)