Allah’ın Sâdık Kulu

Allah’ın Sâdık Kulu

Soru: 1) Çok farklı kesimlerden bazı insanların sadece “Allah’ın Sâdık Kulu” filmini seyredip “Bizim aradığımız insan tipi de işte bu!” dediklerine şahit olduk. Mezkur sinema çalışmasının ve onun hakkındaki değerlendirmelerin zât-ı âlinizde hâsıl ettiği mülahazalar nelerdir? Selef-i sâlihîni ve onların temsil ettikleri hakikatleri imrendirici şekilde anlatabilmek için yapılması gerekenleri lütfeder misiniz? (00:49)



-Ne yaparsanız yapın ve nasıl anlatırsanız anlatın, bakış zaviyesi yanlış ve önyargılı kimseler hiçbir şey anlamayacaklardır. Bu türlü insanlar, bir peygamber döneminde yaşamışlarsa, inançsız ve inkarcı oluşlarına bahane sadedinde peygamberin melek olarak inmesi gerektiğini söylemiş, hak elçisinden mucizeler talep etmiş ama gördükleri harikulade hadiseleri bile -hâşâ- nebinin sihir yaptığına bağlamış ve asla temerrütten vazgeçmemişlerdir. Tarih boyunca böyle olduğu gibi bugün de bazı kimseler inatlarından katiyen kurtulamayacak, meselelere tarafsız bakamayacak ve önyargılarını aşamayacaklardır. Bu böyle bilinmelidir ki, onca anlatma gayretlerinin neticesiz kalması Hak erlerine inkisarlar yaşatmasın. (02:10)


-Biz doğru bildiğimiz ve inandığımız meseleleri, dinimizin emirlerini her türlü şart altında arızasız, kusursuz, milimi milimine yaşamak zorundayız. Mesela, ister başka dinlerin müntesipleriyle ister Müslüman ama ibadet konusunda ihmalleri olan kimselerle bir diyalog toplantısındaysak, orada da dinimizin emirleri karşısında fevkalade hassas olduğumuzu ortaya koymalı ve nezakette kusur etmeden müsaade alıp namazımızı ikame etmeliyiz. İslam ahlakı ve insanlarla muamelelerimiz açısından kılı kırk yararcasına hareket eden hal insanları olmalıyız. (07:53)


-Diğer taraftan, münkerâttan uzak durma, günahın her türlüsüne ciddi tavır alma, muharremâta karşı kapı üstüne kapı, onların üzerlerine de sürgü üzerine sürgü çekme ve bir de bu şekilde vefamızı ortaya koyma mecburiyetindeyiz. (10:13)


-Hem dinin emirlerini yerine getirme hem de yasakladıklarından uzak durma mevzuu çok önemli olduğu gibi bunda temadi (devam etmek, sürüp gitmek, istikrar sergilemek) de çok önemlidir. Zira, zıp orada zıp burada görünenlerin inandırıcı olmaları mümkün değildir. (11:22)


-Tebliğ, temsilin gücüne inzimam etmezse çok fazla tesirli olmaz. Temsil noktasında eksik kalan bir tebliğ bütün bütün tesirsiz olmasa da beklenen tesiri de gösteremez. Günümüzde dinin anlatılması hususundaki eksik-gedik de bundan kaynaklanmaktadır. Unutulmamalıdır ki, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) doğruluğu bilinen, güvenilirliği kabul edilen bir insandı; tebliğ vazifesini eksiksiz yapıyordu. Bununla beraber, onun tebliğden daha önemli bir yanı, hatta tebliğin birkaç kadem önünde bir yanı vardı, o da “temsil” idi. (13:10)


-Hazreti Üstad’ın etrafında ilk safı teşkil eden insanların onu ve gaye-i hayal bildiği hakikatleri çok güzel temsil etmiş olduklarına inanıyorum. O insanlardan biri Hazreti Pîr’in, “Şark’ı bir dolaş gel” demesi üzerine Erzurum’a da uğrayan Muzaffer Arslan’dı. Onu gördüğüm ana kadar hem babamın anlatmalarından hem de okuduğum kitaplardan dolayı içimde ciddi bir sahabe sevgisi oluşmuştu ama Ashab-ı Kiram’ın yaşadıkları hayatın artık bir ütopya gibi olduğuna dair düşünceler içerisindeydim. Merhum Muzaffer Arslan’ı görünce, onun bir sahabe hayatı yaşaması, sadeliği ve samimiyeti bana çok tesir etmişti ve “Meğer ütopya değilmiş, işte aradığım insanları buldum” demiştim. Merhum’un soba borusu gibi olmuş pantolonunun iki dizi de yamalıydı. Ceketi de işte ona göreydi. Fakat bu sadelik bana apayrı duygular ilham etmişti. Ayrıca ibadette derinlik vardı; namaz kılışları, dua edişleri bana bambaşka görünmüştü. (14:33)


-Nur’un kahramanlarından Ahmed Hüsrev Efendi’nin, tevafuklu Kur’an-ı Kerim yazma ve Risaleleri teksir etme yolundaki gayret ve fedakârlıkları… (17:05)


-Saff-ı evveli teşkil eden o bir avuç sâdık insan, Allah’ın sâdık kulunun sâdık dostlarıydı. İşte o sâdıklar, kendisine fevkalade makamlar verilmesini değil sadakat ve vefa gösterilmesini bekleyen Allah’ın sâdık kuluna candan sahip çıkmış, birer vefalı talebe olarak çok güzel bir temsil sergilemişlerdir. (19:20)


-Farklı bir zeminde neşet etmiş olduğunu zannettiğim bir bacımızın “Allah’ın Sâdık Kulu” filmini seyrettikten sonra yazdığı yazıyı dinlerken hıçkırıklarımı tutamadım, hıçkıra hıçkıra ağladım. “Bu mevzuda senin kadar cesurca, yiğitçe hissiyatımızı ifade edemedik, vefasız insanlarız bizler!” demek içimden geçti. (23:00)


(Sohbette işaret edilen yazıya ulaşmak için tıklayınız:)

 http://www.samanyoluhaber.com/h_718452_Gundem-allahin-sadik-kuluna-ovgu-dolu-sozler.html


Soru: 2) Hazreti Üstad’ın Barla hayatını anlatan “Allah’ın Sâdık Kulu” filminin devamı gelecekse, sonraki bölüme “Çağın Muzdaribi” ya da “Izdırap Timsali” denebileceğini ifade buyurmuştunuz. Özellikle bu isimleri teklif etmenize vesile olan duygu ve düşünceler nelerdir? (24:00)



-Hiçbir nebi, hiçbir veli ve hiçbir büyük mürşid çilesiz olmamıştır. Çile ve ızdırap bu yolun kaderi gibidir. (24:24)


-Hazreti Üstad’ın en önemli yanlarından biri de çile ve ızdıraptır. Onun şu sözleri bu çile ve ızdırabın ifadesidir: “(…) Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harblerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.” (25:56)


-Gök ehlince elden ele dolaşan dua, bir muztarrın tavır ve davranışlarıyla sergilediği hal duasıdır, ızdıraplı sinenin Cenab-ı Hakk’a havale ettiği yakarışlardır. (28:30)


-Evet, Hazreti Üstad’a “Izdırap İnsanı”, “Çile İnsanı”, “Kendi İçin Yaşamayan İnsan”, “Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım diyen insan”… Zannediyorum, değişik bölümlerin her birine bu türden başlıklar konabilir ama daha cazibini o işi yapan arkadaşlar belirleyebilirler. (29:57)


Çay Faslından Hakikat Damlaları… (30:27)


-İnsanlık tarihinde, davranış, gayret ve cehdlerini takdir, tebcil ve iltifatlara bağlamış ve muvaffak olmuş tek insan gösterilemez. Bazen muvakkat bir parlama görülmüş, fakat o da hemen sonra sönüp gitmiştir. Hele Müslümanlıkta.. hele Müslümanlık içinde de her meselesini ihlasa bağlamış Hazreti Pir-i Mugân, Şem’-i Tâbân’nın yolunda.. takdir ve tebcil insanların merdudu olmalıdır. (30:45)


-Halkın benzin, gaz vermesiyle hareket edenler, halk tulumbaları kapatıp benzini, gazı kesince durmaya mahkumdur. İç dinamizm Allah’la irtibatlı olmalı, Allah’la beslenmeli; hiçbir zaman hiçbir benzin istasyonuna, bir takdir istasyonuna, bir tebcil istasyonuna uğrama ihtiyacı duyulmamalı!.. (34:53)


-Mü’mine imanından dolayı deli dememişlerse, o, imanda kemale ermiş sayılmaz. Evet, kim inanılması gerekenlere tam inanır, takvanın hem mehafet buuduyla hem de tekvinî esaslara riayet yanıyla kanatlanırsa, kalbini Allah sevgisiyle mamur kılar, gerekirse malını, canını ve bütün varlığını Hak yoluna feda etme ruhuyla dolarsa ve Allah’ın himayesine sığınır, her işinde Cenâb-ı Hakk’a güvenir, O’na tevekkül ederse.. artık o, öyle namaz kılar, öyle oruç tutar, öyle hacca gider ve öyle mücahede eder ki, bu işin neşvesine akıl erdiremeyenler, onu ne zaman görseler ya hayran olmaktan veya “Bu olsa olsa delidir” demekten kendilerini alamazlar. (38:36)


-Takdire lanet.. tebcile lanet.. beklentiye lanet!.. (40:08)